Johann Wolfgang von Goethe
Johann Wolfgang von Goethe Biyografisi
Alman şair, teorisyen, tabiat filozofu, roman ve oyun yazarı, hukukçu. Düşünsel, kuramsal ve sanatsal ışığını, ilk önce kendi ülkesi Almanya elde etmek üzere, tüm Avrupa‘nın Ortaçağ karanlığına yansıtmış; Friedrich Schiller ile birlikte, aydınlıkçı, duygusal ve romantik bir akımı temsilci Wiemar Klasisizmi‘nin başrol oyuncularından biri olmuş ve Alman edebiyatında izleri silinmeyecek etkiler bırakmıştır. Aydınlanma dönemi Batı edebiyatının dev isimlerinden biri ve dünyaca meşhur “Faust” adlı şiirsel, felsefik oyunun yazarıdır. Bilhassa bu oyunda ortaya koyduğu insan simyası, bitki morfolojisi ve hayvan dünyasının birbirlerinden etkileşimi, ışık ve renklerin karakterleri, çağrışımları gibi konularda felsefik yaklaşımlarda bulunmuş, çağını aşan bilimsel teoriler ortaya atmıştır. Modern duruşu ve dikkat çeken görüşleriyle, yalnızca Almanya‘yı yok, bütün Avrupa’yı etkisi altına almış; modern ve aydınlanmış Batı kültürünün müziğinin, şiirinin ve felsefesinin evrimsel sürecinde çoğu sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Romantizm (Coşkunculuk) Akımı‘nı başlatmıştır.
Johann Wolfgang von Goethe, 28 Ağustos 1749 tarihinde Almanya‘nın Frankfurt şehrinde, varlıklı bir soylu olan avukat Johann Caspar Goethe ile dönemin Frankfurt Belediye Başkanı’nın kızı Catharina Elisabeth Textor‘ın ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Aydınlıkçı ve çağdaş görüşlere sahip Johann Caspar, oğluna özel öğretmenlerin eğitiminde ve kendi yol göstericiliği doğrultusunda, ufak yaşlardan itibaren, epeyce iyi ve detaylı bir eğitim verdi. Bilhassa dil öğrenimi konusunda ısrarcı oldu. Küçük Goethe, Latince, Yunanca, Fransızca, İbranice ve İngilice dersleri alırken, bir yana dans, eskrim ve biniciliği öğreniyor; öte taraftan da sanatla ilgileniyordu.
Onu bilhassa görsel sanatlara yakınlaştıran olay, 1759 yılında, az önce 10 yaşındayken, Avusturya–Fransa birliğinin Frankfurt’u işgal etmesiydi. Çünkü işgalin derhal gerisinde, Goethe’lerin evi kaböylece minik Goethe, güzel sanatlara meraklı karargah komutanı baştan sona, Fransız sanatıyla tanışma fırsatını yakaladı. Bilhassa çizime merak saldı. Bu hususta yetenekliydi de. öte taraftan, iki buçuk yıllık işgal dönemi sırasında, evlerinde düzenlenen partilere katılan sanatçılardan da çok şey öğrendi. Gezici tiyatro topluluğundan ise, Racine ve Moliere oyunları seyretme imkanı yakalayarak, görsel sanatlara da ilgi duymaya başladı. Aisopos, Homeros, Vergilius ve Ovidius gibi Antik Ortaçağ kültürünün ünlü isimleriyle tanıştı ve İncil‘i okuyarak din eğitimi de aldı. Fakat, küçük Goethe’nin sevmediği uğraşlardan en önemlisi, kiliseye gitmekti. Hıristiyanlık tarihini, güç ve hatalar karmaşası olarak görüyor; dini inancı sistematize etmeyi reddediyordu.
Friedrich Gottlieb Klopstock ve Homer gibi meşhur yazarlara hayranlık besleyen Goethe, gittikçe edebiyat dünyasıyla da yakınlaşmaya başlıyordu. Tiyatro oyunlarına olan düşkünlüğünün yanı sıra, her sene evlerinde düzenlenen kukla gösterilerinden büyük haz alıyordu. Bu anlamda, bilhassa annesinden büyük yardım bölge Goethe, yine de babasının yolunu izledi ve 1765 yılında, Leipzig Üniversitesi’nde hukuk eğitimine başladı. Bu dönemde, şehirde hüküm süren Rokoko kültürünün etkisi aşağı, sanatsal faaliyetlerini çizim üzerine yoğunlaştırarak, Antik Kültür hayranı Adam Friedrich Oeser‘den çizim dersleri aldı. Ünlü Sanat Tarihi kuramcısı Johann Winckelmann‘ı tanıdı ve sanata düşkünlüğünü, tarihle bağdaştırmaya başladı.
Hukuk derslerinden ziyade, Christian Fürchtegott Gellert‘in şiir öğretilerini peşine düşüp takip etmekten haz alan ünlü yazar, Leipzig’deki günlerinde Kathchen Schönkopf adlı bir genç kıza aşık oldu ve ilk mısralarını ona atfen yazmaya başladı. İlk şları umutsuzlaşan bu aşkını, bilhassa, 1767 yılında kaleme aldığı birincil oyunu olan “The Lover’s Caprice“e yoğun şekilde yansıttı. Burada, sık gittiği restorantlardan biri olan “Auerbachs Keller“, ileriki zamanlarda, bir edebiyat klasiği haline gelecek meşhur draması “Faust“un birinci bölümü için şaire esin kaynağı olacaktı. Gerçek duygularla, Rokoko kültürünün her şeyi hafife bölge üslubunu bağdaştıramadı ve Leipzig’i hiçbir zaman sevmedi.
Ağustos 1768‘de hukuk fakültesindeyken, bir zaman sağlık problemleri yaşamış Goethe, eğitimiyle yazın çalışmalarına daha dar ve huzurlu bir ortamda devam yapabilmek nedeniyle, 1770‘de, Frankfurt’a geri döndü. Bazı yaşam öyküsü yazarlarına göre, kadınlarla ilişkileri nedeniyle frengi olduğu bahis edilen şairin, babasıyla olan ilişkisi bozulma noktasına geldi. Annesi ve kızkardeşinin bakıcılığında, sağlığı iyiye gitmeye başladı. Aynı yıl, şiirlerinin biraraya getirildiği “Annette” isimli ilk şiir kitabını yayımladı. Lessing ve Wieland‘ın eserleriyle ilgilenmeye başladıktan sonradan ise, önceki yazın çalışmalarını beceriksiz gördü ve birçoğunu yaktı. İçlerinden yalnızca “Die Mitschuldigen” adlı komediyi yayımladı.
1770 Nisanında, yarım kalan işlerini tamamlamak maksadıyla, her yerde Strazburg‘a giden Goethe, tesadüf eseri, gözüyle ilgili cerrahi bir işlem için orada bulunan, meşhur tarihçi Johann Gottfried Herder‘le tanışma fırsatını yakaladı. Zamanla dostluğa dönüşen bu karşılaşma, genç şairin düşünsel ve entellektüel hayatında büyükçe açılımlara neden oldu. Herder doğru, Rokoko kültüründen uzaklaşarak, William Shakespeare, Ossian, Pindaros ve Volkpoesie gibi ressam yazarların ve şairlerin eserleriyle tanışan Goethe, tarihsel olaylarla, milletlerin tarih sahnesindeki rolleriyle de iSanatsal yeteneğini geliştirme fırsatını yakaladı. Bir zaman kaldığı Alsace yöresinin doğasından da oldukça etkilenen Goethe, ilk defa doğanın organik bir varlık olduğunu düşünerek, tabiat bilimiyle ilgili teoriler üretmeye başladı. Sesenheim civarındaki bir yolculuğu esnasında, görünce kendisine karşın büyük bir platonik aşk besleyeceği, Friederike Brion‘la tanışmasıyla birleşen yeni tabiat görüşü, bambaşka açılımlara niçin oldu. Melankoliye dönen aşk, kısa sürse de, meşhur şairin en verimli dönemlerinden birine esin kaynağı oldu ve bu süreçte kaleme aldığı, “Willkommen und Abschied” ve “Maillied” gibi şiirleri, Alman edebiyatında modern manzumenin ilk örnekleri arasında yer aldı. Bir başka deyişle, bu şiirler, kaynağı, yazarının pratik hayat tecrübeleri olan, yaşanmışlıkları anlatan ve gerçek duyguları ifade eden “Yaşantı Şiiri“nin görülen birincil örnekleridir.
Bu dönemde, Alman Gotik sanatına da alaka duyan Goethe, Strazburg katedralinin mimarı Erwin von Stinbach‘ın stilinden fazla etkilendi. Gotik mimarisini edebi karakterlere dönüştürmeye çalıştı ve o dönemlerde, demode görülen bu üsluba bitmiş yargı ettiği değerin geri verilmesini sağlayacak olan, “Von Deutscher Baukunst” (Alman Mimarisi Üstüne) isimli bir makale yazdı. 1773 yılında, gotik üslubun ve William Shakespeare‘in etkisiyle, süre, mekan ve hareket birlikteliğinden bağımsız, eski kurallara haysiyet etmeyen, tamir edilmiş bir perspektif içeren, “Götz Von Berlichingen” (Demir Elli Berlichingen) adlı oyununu kaleme aldı. Ortaçağ dokusuyla tamamlanmış, coşkunluk akımıyla bezenmiş bu oyun, dönemin en başarılı piyeslerinden biri oldu ve şövalyelik gibi Ortaçağa özgü kavramları bitmiş gündeme getirdi. Bu biyografi tadındaki eser, şairin çağdaş düz yazıları arasında en önemlilerinden biri olarak kabul edildi.
1771 yılının Ağustos ayında, hukuk lisansının onaylanmasıyla birlikte, baştan bu alana yönelmek istedi ve Darmstadt Mahkemesinde ödev yapmaya başladı. 1772 yılına dek görevini sürdürdükten sonra; 1772 ve 1773 yılları aralarında, “Frankfurter Gelehrte Anzeige” adlı ünlü kültür-sanat gazetesinde, sinema filmleri, tiyatro oyunları ve kitaplar üzerine eleştirel yazılar kaleme almaya başladı.
Gerisinde, Wetzlar‘a dışarı giden Goethe, bir yandan stajını yaparken, diğer yanlamasına da kendini edebiyata verdi. 1774‘de yayımlanan, birincil romanı “Die Leiden des jungen Werther” (Genç Werther’in Acıları)’de yarattığı “romantik kahraman” karakteriyle ve şehvetli bir şöleni hatırlatan hevesli anlatımıyla, dünya çapında bir üne sahip oldu. Bu eserle, Aydınlanma dönemi Avrupasında, Romantizm (Coşkunluk) akımının önünü açtı. Genç bir delikanlı olan Werther‘in, güzel Charlotte‘a beslediği umut dolu aşkı konu alan roman, Samuel Richardson‘ın “Pamela“sının etkisiyle, birbiri ardına yazılmış mektuplardan oluşuyordu. Werther’in, intihar eylemine varan bir melankoliyle sevdiği Charlotte, gerçekte, Goethe’nin yakın bir arkadaşının nişanlısı olan ve 1773’de Wetzlar’da tanıştığı Charlotte Buff‘tan başka biri değildi. Ünlü şair, bu genç bayanı umutsuzca seviyordu ve içinde bulunduğu karamsarlığın derecesini, Werther’i öldürerek ortaya koyuyordu. Bilhassa Avrupa’da büyük yankı bulan kitap, birçok gencin benzer yolu seçmesine ve intihar etmesine niçin olacak değin gerçekçi bir anlatıma sahipti. Çağdaş Alman romanının birincil eseri olarak kabul edilen Werther, Panteist görüşün, yani Tanrı’nın tabiatın her damlasında varlığını bir şekilde hissettirdiğini savunan görüşün, hümanist duygularla yükseltilen “birey”de kendi ifadesini bulmasıyla, özgün bir niteliğe sahiptir.
Bu dönemde, meşhur Grek şairi Pindaros’un iltifat ve Alman şair Klopstock’un od üslubundan hareketle, tabiatın gizeminde coşan duygularını, iltifat şiirleriyle özgürce ortaya koydu. Şekilsel farklılıklar yaratma çabasıyla, kalıplardan uzak, hür vezinli ve mısra içi ses ahengine sahip bu yeni tarz manzumeleri, dünya edebiyat tarihine kazandıran ad, Goethe oldu. Bu şiirlerden en ünlüsü, “Prometheus“tur.
1775 yılına gelindiğinde, Weimar-Saxe Dükü Carl August‘un daveti üzerine Weimar’a giden Goethe, birtakım politik bürolarda çalıştı ve dükün özel danışmanı olarak görev yaptı. İlk olarak, 1771’de ilgilenmeye başladığı Kur’an-ı Kerim tefsirleri üzerindeki incelemelerine burada da devam etti. Rumi, Jami, Attar, Tafsir el-Tabari, Saadi gibi Farisi el yazmalarını ve Yavuz Sultan Selim‘in İslamiyet kültürünü anlatan el yazması metinleriyle birlikte, Türkçe-Arapça sözlükler satın aldı. Bilhassa Doğu medeniyetlerini inceleyen bir tarihçi olan J.V.Hammer‘ın Kur’an çevirisini, akşam toplantılarında, dükün ailesine de yüksek sesle okuyan Goethe, Almanya’da İslamiyete pozitivist bir görüş açısıyla yaklaşan birincil edebi kişilik oldu.
Weimar’da geçirdiği süre içerisinde, edebi çalışmalarına pozitif tartma veremeyen şair, kent meclisi ve savaş komisyonu meclisi üyeliği, maden ocaklarıyla şehir ormanı direktörlüğü ve yerel mahkemenin parasal kaynaklarının yönetimi gibi görevlerle meşgul oldu. Yönetimini üstlendiği kaynaklar baştan sona, doğayla içiçe yaşamış Goethe, tabiatla ilgili bilimsel incelemeler yürütmeye başladı. Doğanın jeolojik yapısını ve birçok parçasını yakından inceledi. Özellikle bitki morfolojisi, ışık ve renklerin anlamı, karakteri, insan ve hayvan fizyolojisi gibi pekçok konuda bilimsel etütler yaptı. Kendini doğanın gizemli atmosferine bıraktı ve coşkulu şiirler, baladlar kaleme aldı. Weimar’da tanıştığı ve zamanla dostu kabul ettiği Frau Von Stein‘ın, Tanrı’nın evrendeki belirleyiciliğini yadsıyan, bireyi gereğinden pozitif yüceltmeyen görüşlerinden fazla etkilendi. Kendi oluşturduğu yeni yazın stilinde, doğanın bambaşka unsurlarına değinerek, uysallaşmış bir havaya büründü. Stein’ın fikirleri, meşhur şaire yaklaşık olarak bir terapi gibi geldi ve ruhu, ihtiyacı olan dinginliğe kavuştu. Stein’a duyduğu platonik aşkın bir göstergesi olarak, “Warum Gabst Du Uns Die Tiefen Blicke” (Neden Bize Bu Derin Bakışları Verdin) adlı şiirini yazdı. Goethe’nin, Stein’a olan duygusal bağlılığı uzun yıllar devam edecek ve bu aşkın izleri, bir takım eserlerinde hissedilecekti.
Tekrar bu ağırbaşlı Weimar günlerinde, “Iphigenie Auf Tauris” ile “Torquato Tasso” gibi başarılı drama oyunlarını satırlara döktü. Bu oyunlardaki bayan kahramanları karakterize ederken, benzer şekilde Frau von Stein’den esinlenen Goethe, özellikle, Antik Çağda Euripides kadar da ele küskün, mitolojik bir kahraman olan İphigenie karakterinin insani yönünü açığa çıkarmış; ölçülü ve kalbi sevgi doymuş biri olarak “İnsanlık İdeali“ni sembolize edecek şekilde tasarlamıştı. Dolayısıyla, bu drama, Alman edebiyatında, ideal insan temasını işleyen en önemli üç eser arasında yer aldı.
1782 yılında Hıristiyanlığı reddettiğini ifade eden Goethe, 1786‘da İtalyan yarımadasına içten bir geziye çıktı. Weimar’daki yoğun çalışmalarının niçin olduğu yorgunluğu ve şehvetli birikimini boşaltmak istiyordu. Verona‘dan başlayan yolculuk, önce Venedik‘e, oradan da Roma‘ya doğru ilerledi. İki sene süren İtalya gezisi boyunca, Roma ve Grek sanatının bambaşka stillerini ayrıntılı bir şekilde gözlemleme olanağı buldu. Çoğu tarihi değere sahip sanat eserini yakından inceledi.
Bunların yanı sıra, İtalya’nın öbür ve Akdeniz‘e özgü tabiat dokusunu değerlendirerek, yeni çıkarımlarda bulundu. İnsan anatomisi üstüne de kapsamlı araştırmalar ve incelemeler yapan Goethe, birtakım bilimsel teoriler ortaya attı ve keşifler yaptı. 1784 yılında, insan yüzündeki ara çene kemiğini keşfetti ve kafatasıyla ilgili omur teorisini geliştirdi. Meşhur edebiyatçı, ara çene kemiğiyle ilgili keşfine, tümevarım yöntemiyle ulaştı. Tüm memeli hayvanlar bu kemiğe sahip olduğuna tarafından, insanlarda da vardır, tezini ortaya attı ve birtakım denek çalışmalarla bunu doğruladı. İnsan anatomisindeki ara çene kemiği, cenin halindeyken görüldüğü için, Friedrich Engels‘e kadar, tümevarım yanlış; fakat sonuç doğruydu.
Doğanın birbirinden iyice öbür yapılara sahip unsurlarından olmalarına karşın, insanların da ot gibi yaşama gibi devinimsel bir metamorfoz sürecine emrindeki oldukları düşüncesini ilerletti. Esas Bitki‘nin (urpflanze), tüm bitkilerin temel kökeni olmasından hareketle, insanların da kökeninin emrindeki olduğu bir “öz” vardı. İnsanoğlunun değişim ve gelişim süreci de, bu öz’ün denetimindeydi. 1788 yılında, Weimar’a dönüşünün arkasında kaleme aldığı “Metamorphhose der Pflazen“de, bitkilerin morfolojik yapılarını açıklıyor ve insanların da tümör gibi maruz kaldığı gelişim-değişim sürecinde, özünde benzer varlık olarak kalabileceğini savunuyordu.
İnsan doğasıyla ilgili vardığı bu kanılardan daha sonra, Goethe, yazmadan geçen iki yılın verdiği şevkle, Weimar’a döner dönmez kaleme sarıldı. Çünkü, kısa da olsa, bu ayrılık onu yakın geçmişinden uzaklaştırmıştı. Çevresi aşina, dostları bildik değildi sözde. Yoğun bir şekilde bilimsel gözlemlerini ve düşüncelerini kağıda dökerken, umulmadık bir gelişme oldu. Kendi edebi çevresinden epeyce uzaktan, eğitimsiz bir genç hanımefendi olan Christiane Vulpius‘a aşık oldu. Toplumun tüm baskısına karşın, çift, uzun yıllar birlikte yaşadı. Son şeklini, 1790‘da Weimar’da verdiği, yirmi bölümlük “Römische Elegien” (Roma Ağıtları) adlı şiirinin ilham kaynağı, yaşama bitmiş dört elle sarılmasını sağlayan Vulpius’tu.
Meşhur şair, 1792 yılının kışında, İhtilalci Fransız kuvvetleri kadar şehrinin istila edilmesi üzerine, Valmy muharebesinde, Duke Carl August’a yaverlik etti. Yine, Mainz kuşatması baştan başa, dükün askeri gözlemcisi oldu.
1796 yılına gelindiğinde, şairin ileriki dönem düşünsel ve sanatsal hayatında derin izler bırakacak olan ünlü edebiyatçı Friedrich Schiller‘den bir mektup aldı. Schiller, çıkarmakta olduğu “Die Horen” (1796-1797) adlı edebiyat dergisinde, Goethe’nin de yazmasını öneri ediyordu. Fiilen ikili birincil kez, 1794 yılında Jena Üniversitesi‘nde antipatik bir şekilde karşılaşmıştı. Çünkü o dönem, Friedrich Schiller, Goethe’nin tabiat morfolojisi teorilerinden “Asıl Bitki” kavramını kıyasıya eleştirmişti. Oysa bu tartışma, zamanla iki edebiyatçının da, ortak bir etkileşimle, kendi alanlarında en verimli çağa erişmelerini sağlayacak ve uzun yıllar sürecek sağlam bir dostluğa dönüşecekti. Goethe, “Der Schatzgraeber” (Define Avcısı), “Der Zauberlehrling” (Efsuncu Çığlığı) gibi en ünlü “balad”larını bu dönemde satırlara dökecekti. Rokoko ve coşkunluk akımının etkisindeki, vurdumduymaz coşkun tarzı, bu eserlerinde, yerini olgun bir havaya bırakmıştı. Duygu sellerinin yerini, düşünsel sakinlik almış ve Goethe klasik bir olgunluğa erişmişti. Bu dönemde, “Propylaen” adlı bir dergi çıkarmaya başladı ve bu dergide, hoş sanatlar üzerindeki düşüncelerinden, ideallerinden bahsetti.
Yeniden 1796’da, dostu Friedrich Schiller‘in yüreklendirmesiyle, “Wilhelm Meisters Lehrjahre” yi de tamamladı ve yayımladı. Fakat, Wilhelm Meisters karakterinin etkisinden uzun zaman kurtulamadı. Meisters, Werther’le karşılaştırıldığında, hayata ve aşka aleyhinde fazla daha artı bir teşebbüs sergiliyordu; oysa bu da, yazarın eriştiği ruhani olgunluğu gözler önüne seriyordu. Goethe’nin bu yapıtı, 1974 yılında, Win Wenders ile Peter Handke göre modernize edilerek, “Wrong Movement” adıyla sinema senaryosuna uyarlandı.
Uzun zamandır topluma ve toplumsal olaylara aleyhinde soğuk bir söylev takınmış olan Goethe, bundan böyle toplum-insan etkileşimini de onar ışık halkası gelmişti. İnsanın karakterinin gelişiminde, içinde yaşadığı toplumun yapısının, kurallarının ve yaşam koşullarının etkili olduğunu düşünmeye başladı. Bu bakış açısıyla kaleme aldığı eserlerindeki esas kahramanlara da, bundan böyle, yaşadıkları çevreye daha düzenli bir profil tanımladı. Goethe’nin toplum ve insan yorumlarında, coşkunluk döneminin kanun tanımazlığının yerini, yasalara ve çevreye uyumlu bir yaşam düzeni aldı. Bu değişimin bir öteki göstergesi, 1806 yılında, sevgilisi Christiane Vulpius’la evlenip uyumlu bir özel hayata geçmesiydi. Sonrasında, Goethe’nin minnet duyduğu düke olan sevgisini temsil edecek şekilde, çocuklarına “Carl August” adını verdiler.
Fransız İhtilali süresince, savaşın kanlı yüzüyle karşısında karşıya kalan Goethe, ara sıra top ateşi aşağı da olsa, yazamaya devam etti. Fransız ordusu, Prusya‘ya saldırınca, ailesinin güvenliğini temin etmek amacıyla, evini ve fazla sevdiği bahçesini terk etmek zorunda kaldı. Özgürlükçü hareketleri desteklemiş olsa da, burjuvazi varlığının devamını savundu.
Goethe’nin alışılmış olgunluk dönemi, 1805 yılında, edebi hayatına manâlı derecede etki eden Schiller’in hayata veda etmesiyle birlikte, başkalaşım gösterdi. Bu yıllarda, gençlik yıllarını Weimar’a geldiği döneme kadar anlattığı “Aus Meinem Leben“, bütün hayat hikayesini anlattığı “Dichtung und Wahrheit“, özdeyişlerini taşıyan “Maximen und Reflektionen“, Schiller’le birbirlerine gönderdikleri mektuplar ve Johann Peter Eckermann ile sohbetleri, bu dönemin ayrı üslubunu gözler önüne seren eserleri aralarında yer aldı.
Benzer dönemde, “Wahlverwandschaften” adlı üçüncü romanını yazdı. Kesintisiz kafasını meşgul eden Wilhelm Meister tiplemesi üstüne, bu karakterle ilgili ilk kitabının bir nevi devamı niteliğini taşıyan, “Wilhelm Meister Wanderjahre“yi kaleme aldı. Son döneminin baş eserleri arasında bulunan bu çalışmaları, “Der West-Östische Diwan” adlı şiir kitabı izledi. Goethe bu kitabında, 1300‘lü yıllarda yaşayan olan, büyük gazel üstadı Hafız‘dan esinlenerek yazdığı şiirlerini yayımladı. Doğunun Divan edebiyatında, bir manzume türü olan gazelden çok etkilenen ünlü şair, biçimden ziyade, bu türün öz değerlerini misal almıştı.
Yazarın dünya klasikleri arasında gösterilen trajedisi “Faust“un yazımına, başlangıçta 1770-71 yıllarında, Leipzig’deki “Auerbachs Keller” restorantından aldığı esinle, Frankfurt’a döndükten sonra başladı. Faust’un ilk bölümü olan “Urfaust“u, fakat yakın dostu Schiller’in ölümünün arkasından tamamlayabildi ve 1808 yılında yayımladı. Bu şaheserin ikinci bölümü ise, yazarın ölümünden sonra basıldı. Faust, Goethe’nin öbür vakit ve ayrı mekanlarda, kendisiyle birlikte değişen ve artan bir eseri oldu. Yaşadığı olaylar, edindiği izlenimler, değişen ruh hali ve kişisel deneyimleri bu yapıtta ifadesini buldu. Dolayısıyla Faust, Goethe’nin gerçek hayat hikayesini simgelerle gözler önüne seren bir eser haline geldi.
Faust’ta, iyilik ve kötülük kavramlarını, “insan=Dr.Faust” ile “iblis=Mefisto” karakterleri üzerinde sembolize etti ve bunları karşı karşıya getirdi. İnsanın öz değerinin “erdem” olduğunu ifade etti. İçindeki erdemle, kesintisiz bir iyilik arayışında olan insanın, gerçekleri bulma arzusuyla ara sıra Mefisto’ya başvurmasını, bu arayış çabasından ibaret gördü. Ama, Mefisto hiçbir vakit insanın özüne hükmedemeyecekti. İnsan, irade gücüyle doğruyu görecek ve ruhunu iyilikle aydınlatacaktı. Hayatı suçlama gücüne sahip olmadığını görecek ve onun getirdiklerine “evet” diyebilme erdemini gösterecekti. Hayat bir nevi, mutluluk ve mutsuzluk kovalamacası olsa da, insanoğlu, uyumlu davranmayı ve ruhunu ele geçirmeye çalışan bedenini dizginlemeyi öğrenecekti. Toplumla müşterek hareket etmeyi becerecek, yaşamını yararlı amaçlara ulaşmaya odaklayacaktı. neticede, ademoğlu kendi yaşam “bilinci”ne kavuşacak ve bunu korumayı kendine devir bilecekti.
Faust, Tanrı’yla Iblis’ın iddia meydanıydı; bahis konusu ise, “insan”dı. Tanrı, insanın yaradılış erdemine sahip çıkacağını ve gerçeği bulma arayışına çıksa da, eninde sonunda kendine döneceğini ileri sürüyordu. Şeytan (Mefisto) ise, insanın egoist olduğunu ve amaçlarına ulaşmak için defalarca kendisine yoksul ve bağımlı kalacağını iddia ediyordu. Faust ise, ne Tanrı ne de Şeytanı kendisinden üstün görmüyordu. Existansiyalistlerin bu eserde vardığı sonuca göre, insanoğlunun başlangıcı “eylem”di.
Eserdeki bir diğer iddia ise, İnsan ile Iblis arasında gerçekleşmekteydi. Hayatını hiçler uğruna yaşanmışlıklardan ibaret görebilen Faust, Mefisto’nun, hayatın kıymetli olduğu ve “böylece güzelsin fakat, geçme dur…” diyebileceği anlarla hala karşılaşma şansının var olduğu konusundaki ısrarına muhatap kalsa da, ona da inanmayacaktı. Bahse kadar, Mefisto, Faust’un bu anları yaşamasını sağlayacak; karşılığında da onun ruhuna sahip olacaktı. Faust’un iddiayı kazanması için, yaşayacağı hoş anlara “geçme, dur…” demeyecek; dolayısıyla dünyasal zevkler için ruhunu Mefisto’ya satmayacaktı. Aksi olursa, bahsi kaybedecekti. Tanrı ise, bu yanılsamayı önemsemiyordu. Çünkü O’na tarafından, insan hatalar yapabilirdi. Ancak bu hatalar sonucunda edindiği tecrübeler er geç onu mutlak gerçeğe götürecek, yani kendisine geri döndürecekti.
Faust, insanların ne yaparlarsa yapsınlar yeryüzünde acı çektiklerini gözlemlemişti. Edebiyatla, tabiatla, bilimle uğraşmış; ancak acıyla başa çıkmayı öğrenememişti. O yüzden, kendini, hayata bırakmak için fazla ihtiyar, hayata karşısında isteksiz kullanmak için de genç görüyordu. Yaşamı baştan başa adeta bütün zevkleri tatmış; oysa hiçbirine “geçme, dur..” diyememişti. İlk ve son kere, ölümüne “geçme, dur..” diyecek; aydınlanan ruhu “evet” demesini öğrendiği için bahsi kaybetmiş sayılmayacaktı. Bu sonucu karşılayan şey ise, Faust’un kendi içindeki özüne, yani Tanrı’nın güvendiği erdemine geri dönmüş olmasıydı. Faust, hayatın akışı içinde, gerçeğe ve mutluluğa varmak yolunda hatalar yapmış; Iblis’ı bu amacı doğrultusunda kullanmış; ondan takviye almış; fakat hiçbir suretle ruhunu ele geçirmesine müsade vermemiş; onun hizmetine girmemişti. Bu sonuca göre, Mephistoteles, insanları durmadan kötülüğe çekmek istese de, bir şekilde iyiliğe yol açan bir gücü simgeliyordu. Faust ise, hayata aleyhinde hevesli, aktif, tutkulu ve hayatın kötü anlarında bile karamsar duyguların pençesine düşmeyen “insan“ı temsil ediyordu.
1810 yılında, üç bölümlük “Zur Farbenlehre” (Renkler Teorisi) adlı kitabını yayınlayan Goethe, bu eserinde, her rengin bazı duyguları simgelediğini ve renkerin de kendilerine özgü karakterlere sahip olduklarını ortaya attı.
Goethe, son yıllarında büyük acılar yaşadı. Kahramanı Faust gibi kayda değer arayışlar içinde, yalnızlıkla boğuştu. 1816 yılında eşini kaybetti. Gerisinde, 1823‘de, 74 yaşındayken, 19 yaşında genç bir kız olan Ulrike von Levetzow‘a aşık oldu. Onun peşinden Marienbad‘dan Karlsbad‘a değin gittiyse de, hayalkırıklığı içinde Weimar’a geri döndü. Bu aşkın acısıyla kaleme aldığı “The Marienbad” adlı ağlama, şairin olgun yaşlarının en kişisel yapıtı oldu. 1827‘de, hayatının ve yazınsal kimliğinin gelişimine büyük tesiri olan Faru Von Stein’ın; ertesi sene ise, oğlunun ölümüyle sarsıldı. yine de, dingin ruhunun dengesini korudu ve hayatın ikilemleri aralarında akılcı bir tahvil kurdu. Fakat, Goethe’nin bireysel becerisiyle meydana getirdiği edebi denge, 22 Mart 1832‘de, Weimar’da dünyaya veda ettikten sonradan bozuldu ve bu nedenle, Alman edebiyat dünyasında bir tahsis kapanmış oldu.
Alman edebiyatının iki büyük ismi olan Friedrich Schiller ve Goethe’ye atfen, Weimar şehrinde, “The Goethe House” ve “The Schiller House” adlı müzeler açılmıştır. Bunu yanı sıra, şehirdeki Milli Tiyatro’nun girişine her iki edebiyat devinin heykelleri dikilmiştir.
ESERLERİ :
GÖTZ UND BERLICHINGEN, 1773
DIE LEIDEN DES JUNGEN WERTHERS, 1774
IPHIGENIE AUF TAURIS, 1787
EGMONT, 1788
RÖMISHE ELEGIEN, 1790
FAUST, EIN FRAGMENT, 1790
TORQUATO TASSO, 1790
WILHELM MEISTERS LEHRJAHRE, 1796
HERMANN UND DOROTHEA, 1797
FAUST I, 1808
DER WAHLVERWANDTSCHAFTEN, 1809
ZUR FARBENLEHRE, 1810 (3 bölüm)
ITALIANISCHE REISE I-II, 1816-17
WEST-ÖSTLICHER DIVAN, 1819
WILHELM MEISTERS WANDERJAHRE, 1821
FAUST II, 1832
AUS MEINEM LEBEN. DICHTUNG UND WAHRHEIT, 1811-33