Descartes
Descartes Biyografisi
Fransız düşünür, yazan, bilim adamı ve matematikçi. Çağdaş psikolojinin ve matematiğin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Kendisinden sonraki bilim adamlarına ve filozoflara ilham kaynağı olan teorileriyle, bilimin günümüz seviyesine ulaşmasında büyük rol oynamıştır. Düşünsel alanda matematiksel açılımlardan yararlanarak, ilk elden ortaya çıkan ve doğruluğu tartışılmaz belli-mutlak birtakım bilgilerin var olduğunu savunmuş; bu savını da “Düşünüyorum, öyleyse varım” şeklindeki meşhur söylemiyle ortaya koymuştur. Bilimsel devrimin baş aktörlerinden biri sanılan Descartes, “Kartezyen koordinasyon sistemi“ni (kartezyanizm) geliştirerek, özellikle düzlem geometrisinin ve matematiğin evrimsel sürecine koskocoman katkıda bulunmuştur.
Rene Descartes, 31 Mart 1596 tarihinde, Fransa‘da, bugün kendi adıyla anılan ve Indre-et-Loire‘e yan olan La Haye‘de, zengin bir ailede dünyaya geldi. Doğumundan bir yıl daha sonra annesinin tüberkiloz nedeniyle vefat etmesinin peşinde, Brittany Yüksek Mahkemesi’nde yargıç olan babası Joachim başka bir bayanla evlendi ve Descartes üvey annesi kadar yetiştirildi. On yaşına geldiğinde, Anjou kentine yan La Fleche‘de bulunan ve ileride Avrupa‘nın en iyi okullarından biri olduğunu belirteceği, Royal Henry-Le-Grand adlı bir Cizvit kolejine gönderildi. Sağlığının güçsüz olması nedeniyle, öğretmenleri göre yatılı okuması öngörüldü. Kendisini iyi hissedene değin yatakta kalmasına izin verildiğinden, büyük ilgi duyduğu matematik çalışmalarına yük verdi. Okulda verilen eğitim Latince ve Yunanca üstünde yori iyi derecede öğrenme fırsatı oldu; dolayısıyla ilerleyen zamanlarda, eski bilimsel ve düşünsel çalışmaları incelemesinde bu eğitimin büyük faydasını gördü.
Gezmeye, yeni yerler görmeye ve yeni şeyler öğrenmeye oldukça pozitif merak duyan Descartes, 1612 yılında, liseden mezun olduktan sonra birkaç arkadaşıyla birlikte Paris‘e gitti. Ihtişamlı şehrin büyüsüne kapılarak, bir zaman dikkatsizce yaşadı. Ardındaki, kendisi gibi matematikle ilgilenen iki arkadaşıyla raslantı karşılaşınca, onların şehre geliş amacına uydu ve bilimsel araştırmalara daldı. Üniversite eğitimine değin geçen zaman her tarafında, bilhassa arkadaşı Mersenne ile birlikte durmaksızın matematik üstüne çalışmalar, çalışmalar yaptı. Burada bulunduğu zaman içerisinde, dönemin ünlü matematikçilerinden Mydorge‘yle tanışması, ufkunu genişletti.
Eğitim hayatı her tarafında özellikle herzamanki edebiyat, tarih, retorik ve felsefe alanlarında kendini geliştirdi. Babasının yönlendirmesiyle, Poitiers Üniversitesi‘nin hukuk fakültesine girdi ve 1616 yılında mezun oldu. O dönemde Avrupa kaynayan bir kazan gibiydi. her yerde dini temelli olarak yöresel çatışmalar vardı ve fazla sayıda savunma amaçlı askeri birlikler türemişti. Bu siyasi ve toplumsal çalkantılar sebebiyle, aristokrat ailelere mensup gençlerin kilise ya da orduya katılması popüler ışık halkası gelmişti. Dolayısıyla Descartes da, toplumsal statüsünü güçlendirmek için orduya katılmaya karar verdi. Liseden mezun olduktan iki sene sonradan, 1618‘de, Hollanda Prensi Orangeli William ve ülkesini İspanyol işgalinden kurtarmak için düzenlediği seferlerle ilgili heyecanlı rivayetler duyunca, macera arayışına ve gezme hevesine kapılarak, prensin davetine uydu ve oraya yerleşti. Hollanda Birleşik İller (Nassau) Prensi olan Maurice komutasındaki Protestan Flemenk ordusuna hizmet etmeye başladı.
Asker olarak kayıt olduğu bu birlikte birkaç yıl geçiren Descartes, görevi sırasında, matematik ve fizik konularındaki becerikli yeteneğinin farkına varmasını sağlayacak kişi olan Isaac Beeckman‘la tanıştı. İlk felsefik çalışmalarından olan “Compendium Musicae“yi 1618 yılında kaleme aldı ve Beeckman’a ithaf etti. 1619 yılının Kasım ayında, Almanya seyahati sırasında, fizikle ilgili problemlerin çözümünde, matematiksel bilgilerden davranmak üstüne kendisine ait bir vizyon geliştirdi. Descartes’ın vizyonu, insanlığın gelişimine mükemmel katkı sağlayacak bilimlerin temellerini keşfetmekti. Bu dönem, ünlü düşünürün hayatında bir dönüm noktasıydı ve çözümsel geometrinin gelişimi üstüne ortaya atacağı teorilerin düşünsel düzlemini oluşturduğu bir süreçti. Hayatının geri kalan bölümünü de, matematikle doğa arasındaki esrarengiz bağı çözmeye adayacaktı. St. Augustine‘in (354–430) “serbest irade” kavramıyla ilgili de incelemeler yapan filozof, Tanrı’nın iradesiyle eşdeğer tuttuğu insan iradesinin, doğal bir oluşum özelliği olarak, Tanrı’nın iradesinden egemen olduğunu ortaya atan kuram üstüne içe doğru düşündü.
Orange Prensi’nin hizmetinden ayrıldıktan sonradan bir vakit Danimarka, Polonya ve Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerini dolaşan Descartes, Otuz Sene Savaşları‘nın başladığı dönemde baştan askeriyeye döndü ve bu defa Bavyera ordusunun Katolik Düküne hizmet etmeye başladı. Askeri bir görev için Ulm‘de bulunduğu sırada, bilimlerin birlikteliği üzerine bir metodoloji ilerletti. Askerlik yaşamı boyunca sıcak çarpışmaya girmeyen Descartes için bu dönem, “büyük bir tembellik ve şapşallık” içerisinde, yalnızca düşünmeçlar sağladığı bir dönemdi. Düşünsel eylemlere ve farklı alanlara yönlendirilmiş bilimlere olan merakı gitgide büyüyen düşünürün en büyük amacı, dünyayı ziyarete gitmek ve evrenle ilgili bedensel gerçeklere ulaşabilmekti. Bu yüzden hayatı baştan başa pekçok yer gezmiş, orduda yer almış, bu süreçte birbirinden öbür statüdeki ve yaradılıştaki insanlarla uyuşmaya çalışmış, çoğu konuda tecrübe kazanmış ve kendini değişik koşullarda test etmişti. 1619 yılının Kasım ayında, şömineli sıcak bir odada, ileride üstüne simgesel anlamlar yükleyeceği ve yaşamının dönüm noktası olarak değerlendireceği meşhur rüyasını gördü.
1621‘de, askerlik görevine Macaristan İmparatorluk ordusunda devam etmeye başladı. 1622 yılında, Fransa’ya geri dönerek Paris’e yerleşti; bir süre de Britanny’de kaldı. Ertesi yıl ailesinin yanında Poitou‘ya artan bir şekilde, annesinden üzerine kalan tüm mülkleri sattı ve hayatının geri kalanını rahatlık içinde geçirebilmek; araştırmalarını, çalışmalarını yaparken maddesel can sıkıntısı çekmemek için bütün gelirini (27.000 livre) bonolara yatırdı. Aynı sene İtalya’ya içten bir yolculuk gerçekleştiren düşünür, 1627‘ye dek Paris’te ikamet etti.
1628‘de, Hollanda’ya geri dönerek 1649 yılına dek, düşünsel, bilimsel ve yazınsal dehasının en bereketli dönemini burada geçirdi. Özellikle matematik, geometri ve felsefe üstüne çığır açacak teoriler üretti; buluşlar ortaya koydu, meşhur kitabı “Treatise on the World“ü (Kurallar) yazmaya koyuldu. Burada bulunduğu sırada, Kardinal Berulle ile tanıştı ve düşünsel teorilerini hayata aktarma konusunda, onun varlıklı ufkundan yararlandı. Dğer yanlamasına da, hiçbir süre bağını koparmadığı arkadaşı Mersenne ile yazışarak, çalışmalarıyla ilgili us alışverişinde bulundu. Beeckman ile dostluğunu sürdürdü ve Mydorge, büyük Frans von Schooten, Hortensius, Huygens gibi bilim adamlarıyla irtibat kurdu.
Sonraki iki sene boyunca, Franeker ve Leyden‘de, olgunluk (matrikülasyon) üstüne düzenlenen sınavlara girdiyse de, herhangi bir derece almakla ilgilenmedi. 1633 yılında, ünlü fizikçi Galileo‘nun, Roma Katolik Kilisesi tarafından, dünyanın dairesel olduğunu bahis ettiği ve dolayısıyla kilisenin yanlış bilimsel kanılarını yıkmaya çalıştığı iddiasıyla hükümlü edilmesi nedeniyle, Descartes, dört yıllık bilimsel bir çalışmanın ürünü olan “Treatise on the World”ü (Kurallar) tamamlamış olmasına karşın, yayımlamaktan vazgeçti (Kitap ölümünden yıllar sonradan, 1701‘de basıldı). Benzer dönemde, “Le Mond“un kroki çalışmasını bitirdi; ama bunu da yayımlamadı.
Descartes hayatı baştan başa evlenmese de, birlikte yaşadığı ve önceden hizmetçisi olan Hollandalı sevgilisi Helene’den, 1635 yılında Francine adlı bir kız çocuğu dünyaya geldi. Ama, Francine’in hayatı çok kısa sürdü ve 1640 yılında, beş yaşındayken hayatını kaybetti. Bu ölüm, meşhur düşünürü derinden sarstı.
Descartes matematik ve felsefe üzerine yoğunlaşan çalışmalarının meyvelerini vermeye devam ederek, bilimsel değeri çok yüksek çoğu eser kaleme aldı ve bunları yayımladı. 1637 yılında, “Söylem” adlı eserini imzasız olarak yayımladı. 1640’da ise, “Meditasyonlar“ı çıkardı. 1643‘de, Utrecht Üniversitesi göre sakıncalı yer alan “Kurallar”, yerel otoritelerce, ateizm öğeleri içerdiği gerekçesiyle düşünürün mahkum edilmesine niçin oldu. İki yıl daha sonra aynı üniversite, eser hakkında yapılacak bütün yanlı/yansız yorumları yasaklayarak, “nötr sansür” uygulaması getirdi. Aynı dönemde, Bohemya Prensesi Elizabeth’le uzun bir süre devam edecek olan yazışmaları başladı. Prensesle, ilk önce matematik, geometri, tıp, felsefe, metafizik olmak üzere çeşitli bilim dallarından siyasete dek pekçok konuda hafıza alışverişinde bulundular. Prensese ithaf ettiği “Felsefenin İlkeleri” adlı kitabını 1644’de Amsterdam‘da yayımladı (Eser 1647 yılında Franzcaya çevrildi). Ardındaki Paris’e geçen Descartes, ünlü matematikçi ve fizikçi Pascal ile buluşarak, yeni çalışmalarını ve görüşlerini onunla paylaşma fırsatını yakaladı. Bu sırada, Fransa Kralı kadar kendisine sunulan ikametgah ve yıllık gelir teklifini, çalışmalarını egemen ve elastik bir ortamda sürdürebilme maksadıyla geri çevirdi.
1649 yılında, “Ruhun Tutkuları” adlı kitabını tamamladı ve yayımladı. Aynı yılın Kasım ayında, eserlerinden çok etkilenen ve onun dehasından davranmak isteyen İsveç Kraliçesi Christina’nın ricasını kırmayarak, ona uzmanı olduğu konularda ders devretmek üzere Stockholm‘e yerleşti. Ama kraliçenin talebi doğrultusunda derslerin, sabahın oldukça erken saatlerinde yapılması nedeniyle, hayatı her tarafında geç kalkmaya alışılmış olan Descartes’ın fizyolojik dengesi bozuldu. Bunun yanı sıra, yabancısı olduğu aşırı soğuk iklime armoni sağlayamayan vücudu bitkin düşerek zatürreeye yakalandı ve meşhur düşünür, 11 Şubat 1650 tarihinde, 54 yaşında hayatını kaybetti. Son sözleri, “İşte böyle ruhum, bölünme zamanı geldi” oldu. Bazı araştırmacılar, aynı hastalıktan çare gören Fransa büyükelçisi Dejion A. Nopeleen‘e hastabakıcılık yaptığı için, hastalığın Descartes’a da bulaştığını iddia ettiler. Ama sonraları, hekim Eike Pies‘in incelemelerine tarafından, ünlü düşünürün, kullandığı arsenik yüzünden vücudunun zehirlenerek cılız düştüğü ortaya çıktı. Descartes’ın mezarı, 1667 yılında anavatanı olan Fransa’ya, Paris’e taşınmıştır.
Descartes, Batının o zamana kadarki düşünsel birikimini tepetaklak etmiş; bilimde ve özellikle matematikte büyük gelişmelere niçin olan düşünceleriyle yeni bir çığır açmıştır. Dinsel egemenliğin, anlamsız çatışmaların ve modern düşüncelere yönelik hoşgörüden uzakta, bağnazca tutumların hüküm sürdüğü; aynı zamanda, Avrupa’nın düşünsel, sanatsal ve kültürel kabuk değişiminin gerçekleştiği bir dönemde yaşadı. Birçok alanda hayata geçirilen atılımlara, zihin ve eserleri ile eşlik etti. Ortaçağı tarihe gömerek, modern bilimin rönesansını yapı edenler arasında yer aldı. Ulusçuluk anlayışının güçlü yükselişine karşın, insanlığın “bilimsel zihin” ile “akıl” ekseninde karşılıklı bir paydada buluşabileceğinin altını çizdi. Felsefeye getirdiği ayrı ve yenilikçi görüntü açısıyla, modern felsefenin temellerini attı. Bu alandaki ilk çalışması, geometri, meteorlar, optik ve metot şeklinde dört bölümden oluşan “Denemeler” adlı eseridir.
Matematiksel çözüm yöntemlerini felsefeye uyarlamaya çalışan Descartes, temeli Yunanlı filozof Socrates tarafından atılan ve bilhassa matematikle diğer pozitif bilim dallarında başvuru sahası bulan “tümevarım” metodunu, kendi düşünsel felsefesine adapte etmiştir. Mutlak bilgiye ulaşmakta, Antik Çağ Yunan düşünürlerinden kalan “kuşkucu” (septisizm) gösterme açısını usul edinerek, ilk kez matematik ve çözümlemeli geometri edinmek üzere, çoğu alanda değişik buluşlar ortaya koymuştur. Tüm dışsal faktörleri bir kenara ayırarak, süpheci analizlerle, mutlak ve belirlenmiş içten bilgilerin varlığını savunmuştur; ancak ona göre, bu özelliği içeren tek şey “hafıza“dir. Doğruluğu tartışılamaz tek bilginin zihin olduğunu; dolayısıyla diğer mutlak bilgilerin de bu düşüncelerden türediğini ortaya atmıştır. “Kuşku etmek düşünmektir” biçiminde bir çıkarımda yer alan Descartes, varlığı kesin olan tek şey düşünmek ise, düşünebilen bir mahlukat olarak tereddüd götürmez tek gerçeğin “varlığımız” olduğunu belirtmiş ve tümevarımsal bu veri kanunu, “Düşünüyorum, o halde varım” (Cogito, ergo sum; je pense, donj je suis) şeklindeki meşhur tümcesiyle ifade etmiştir. Elindeki bu ilk bilgiyi, sağlam veri olarak görmüş; bundan böyle yapması gereken tek şeyin, diğer bilgileri bu çiğ bilgiden türetmek olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu sonucun çıkış noktası ise, bireyin öznelliğidir. Çünkü, varlığı açıklayan akıl, zaten bireyin kendisinde mevcuttur. Bu çiğ bilgiyle yola meydana çıkan birey, diğer mutlak bilgileri bundan türetebilir. Düşüncenin zıddı ise, bedendir. bu nedenle, dönemin etken giysi şekli olan yeşil ipekli giysileri bir kenara atarak, bedenini arkadaki plana atmak istemiş ve düşüncenin baskınlığını simgesel olarak tarif etmek maksadıyla da, siyah giysileri tercih etmiştir.
Geliş açısı ile gidiş açısının birbirine eşdeğer olduğunu keşfederek, optiksel yansımanın temel kanunlarını geliştirmiştir. Cebiri, geometri çözümlemelerinde kullanmış; “Kartezyen” teoremini ortaya atarak, çözümlemeli geometrinin gelişimine büyük katkı sağlamıştır. “Çarpık”lerin sınıflandırılmasında, onları ortaya çıkaran denklemleri baz almıştır. Matematiksel ve geometrik problemlerin çözümü için kurulan denklemlerde, “x, y, z” gibi alfabenin çok kullanılmayan son harflerini bilinmez çoklukları, “a, b, c” gibi çok kullanılan ilk harfleri de aşina çoklukları ifade etmesi için kullanmıştır.
Descartes, bütün çalışmalarında ve araştırmalarında, doğru bilgiye gelmek amacıyla, karmaşıklıktan uzakta durmaya ve herşeyi basite indirgemeye çalışmıştır. Bulduğu her bilgiye şüpheci bir tavırla yaklaşmıştır. Bu konudaki düşüncelerinden, 1637 yılında kaleme aldığı, “Metot Üstüne Konuşma“da bahsetmiştir. Bilim dallarının pratik hayattaki işlevlerinin birbirinden öbür olduğunu vurgulayan düşünür, sadece bazı ortak yöntemlerin bambaşka amaçlar için uygulanabileceğini öngörmüş, dolayısıyla bilimlerin birlikteliğini savunmuştur.
“Hiçbirşey keşfedilemeyecek kadar uzaktan olamaz” diyen Descartes, evrenle ilgili düşüncelerini de bu görüşü çerçevesinde şekillendirmiştir. Ona kadar, kâinat bir bilmecedir ve çözümü olmayan bir bilmece yoktur. Bu doğrultuda gereklilik duyulan tek şey, dürüst bilgilere sahip olabilmektir ama, bütün fazla bilimler de zaten bu ihtiyaca hizmet vermek için varolmuştur. Döneminin alışkanlıklarının tam aksine, bütün bilimsel değeri olan kitapların Latince yazıldığı bir yüzyılda, eserlerini Fransızca olarak kaleme almıştır ve “aklıselim”su olan her insanın rahatça anlayabileceği dek basite indirgenmiş bir dil kulanmıştır.
Descartes’a tarafından realite, özü düşünme olan bir “hafıza” (görünmeyen) ile özü evrende bir yer kaplayan ve göreceli büyüklüğü olan “madde” (fiziksel) biçiminde ikiye ayrılabilir. Bu anlamda düşünür, tekrar tekrar için zihni maddenin önüne koymuştur. Onun fikir sisteminde, birtakım kavramların, bilgilerin kaynağı, yaratılıştır. Yani bunlar, allah vergisi gelen ve doğruluğu, varlığı tartışılmaz reel bilgilerdir. Ona göre, Tanrı, hafıza ve madde kavramlarının varlığı kesindir ve doğruluğu su götürmez bu kavramlar doğuştan gelir; sonraki deneyimlerden kaynaklanmaz. Felsefede mutlak bilgiye ulaşmanın tek yolu, kuşku edilmeyecek, açık ve net bir önermeye veya algı varıncaya dek, herşeyden kuşku duymaktır.
Fizik ve doğa kanunları ile ilgili araştırmalar da yapmış olan Descartes, 1644 yılında Latince olarak kaleme aldığı “Principia Philosophia” (Felsefenin İlkeleri) adlı eserinde, “Çevrimler Kuramı” adını verdiği teorisiyle, evrenin yapısı ve doğa kanunlarının işleyişi ilgili çarpıcı bilgiler öne sürmüştür. Ondan sonradan gelen meşhur fizikçi Isaac Newton için bu kuram, esas veri kaynağı olmuştur.
ESERLERİ:
Compendium Musicae (1618 / Isaac Beeckman’a ithaf ettiği, müzik teorisinin kuralları ve müzik estetiğiyle ilgili çalışması)
Rules for the Direction of the Mind (Aklın İdaresi İçin Kurallar / 1626-1628: İlk olarak 1684‘de yayımlanmıştır)
Le Monde (The World / 1633: Descartes’ın doğa felsefesiyle ilgili birincil sistemli çalışmasıdır)
Discours de la méthode (Yöntem Üstüne Tavır / 1637: Optik, göktaşı ve geometriyle ilgili birincil çalışmasıdır)
La Géométrie (Geometri / 1637: Descartes’ın matematiksel çözümlemeler üzerine kaleme aldığı esas yapıtıdır)
Meditationes de prima philosophia (Meditasyonlar veya Metafizik Görüşler / 1641)
Principia philosophiae (Felsefenin İlkeleri / 1644: Aristotales‘in eserlerinin yerini alması isteğiyle, Latince olarak yazdığı eseridir; sonraları üniversitelerde okutulmaya başlanmıştır)
The Description of the Human Body (1647 / Ölümünden sonra yayımlanmıştır)
Les passions de l’âme (Ruhun Tutkuları / 1649: Bohemya Prensesi Elizabeth’e ithaf etmiştir)
Correspondence (Yazışmalar / 1657: Ölümünden daha sonra, Descartes’ın yayımcısı Claude Clerselier kadar yayımlanmıştır)