E

Eric Hoffer

Eric Hoffer Biyografisi

Eric Hoffer, 25 Temmuz 1902 tarihinde ABD, New York, Bronx’da Alman Yahudisi göçmeni bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Beş yaşındayken annesini kaybetti. Daha 6 yaşında iken de bilinmeyen tıbbi sebeplerden nedeniyle kör oldu. Hiç eğitim almadı. 15 yaşına geldiğinde ise çare olmadığı halde kendiliğinden baştan görmeye başladı. Gençliğinde babasını da kaybetti.
Parasızlıkla ve fakirlikle uğraşırken çoortada meyve satıcılığı, tarlalarda ırgatlık, maden işçiliği, limanlarda dok hamallığı gibi değişik işlerde geçimini sağlamak için çalıştı.

Eric Hoffer, bu çalışmaları sırasında manâsız vakitlerinde okuduğu Montaigne‘nin meşhur Denemeler kitabının etkisiyle yazmaya karar verdi.

1938 yılında bir dergide yazıları yayınlanmaya başladı. Kitle hareketlerinin psikolojik temelleri üstüne kaleme aldığı “Emin İnançlılar” kitabı 1951 yılında yayımlandı

Eric Hoffer, 1983 yılında ABD. Başkanı Ronald Reagan kadar Amerika’nın en kayda değer ve de en yüksek sivil nişanı olarak aşina Presidential Medal of Freedom madalyası ile onurlandırıldı.

1964 yılında Kaliforniya’da yer alan Berkeley Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde danışmanlık görevine başladı. bu sırada hala dok’ta hamallık yapmaya devam ediyordu.

Eric Hoffer, 21 Mayıs 1983 tarihinde ABD, Kaliforniya, San Francisco’da 81 yaşında ölmüştür.

Kitapları :
1951 – The True Believer: Thoughts On The Nature Of Mass Movements (Belirli İnançlılar)
1955 – The Passionate State Of Mind, and Other Aphorisms
1963 – The Ordeal Of Change
1967 – The Temper Of Our Time
1969 – Working And Thinking on The Waterfront; a journal, June 1958-May 1959
1971 – First Things, Last Things
1973 – Reflections on the Human Condition
1976 – In Our Time
1979 – Before the Sabbath
1982 – Between the devil and the dragon : the best essays and aphorisms of Eric Hoffer
1983 – Truth Imagined

Eric Hoffer Sözleri :
– – Çocuklar cennetin anahtarlarıdır.
– Dağları yerinden oynatmaya yeterli teknik gücün bulunduğu yerde, dağları yerinden oynatan inançlara gereksinim yoktur.
Düşmanının en fazla korktuğu şeyleri öğrenmek için seni ürkütmek için kullandıklarına bak.
Kendisini insanların çobanı olarak gören yardımsever acımasız devlet, daha fazla koyunun kendisine itaat etmesini ister.
– Küstahlık, cılız insanın dinç belirme taklididir.

KESİN İNANÇLILAR (KİTAP ÖZETİ)
Aşağıdaki alıntılar, kitabın Erkıl Günur göre çevrilen ve İm Yayınları kadar yayınlanan 2005 baskısından alınmıştır.

Tüm kitle hareketleri, taraftarlarına ölümü göze almak ve birlikte yürüyüşe dinmek duygusu yaratır. Ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğreti ne olursa olsun, bütün kitle hareketleri; aşırılığı, gayreti, aydınlık umutları, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü körüklerler. Yeniden bütün kitle hareketleri, güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdirler ve körü körüne bir inanç ve sadakat isterler. (s.23)

H.D.Thoreau’ya kadar; “Bir insanın işlerini görmesine engesa, bunun için dünyaya yeni bir harmoni verilmesi gerektiğine inanır.” (s.33)

Geleceğe bağlı büyük umutlar, güçle desteklenmese bile en güvenli olmayan bir cüreti yaratabilir. Çünkü, umutla dolu olan kişi, en ilginç kudret kaynaklarından bile motive olabilir. Örneğin bir slogan, bir kelime, bir simge gibi… bununla birlikte, geleceğe ait bir inanç olmadığı ve büyük nimetler vaat eden öğeler taşımadığı sürece, hiçbir inanç zinde değildir. (s.36)

Bir ülkeye ya da dünyaya yeni düzen belirlemek isteyenler, bunu hoşnutsuzluğu körüklemek ya da hedeflenen değişikliğin dürüst ve yardımsever olduğunu uygulamak ya da halkı yeni bir hayata baskı yapmak aracılığıyla başaramazlar. Bunu başarıya ulaşmak için geleceğe ait büyük umutların nasıl alevlendirileceğini ve alevin nasıl körükleneceğini bilmeleri gerekir. Ortaya atılan umudun şekli önemli değildir. Bu; ahiretteki Cennet olabildiği gibi, dünya cenneti, yağmacılık, hesapsız mal varlığı, efsanevi galibiyet veya dünya egemenliği olabilir. (s.36-37)

Geleceğe karşı duyulan dehşet, bizim şimdiki düzene sarılmamıza; geleceğe ait beslenen umut ise bizim değişikliğe karşısında hevesli olmamıza neden olur. (s.37)

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Ersun Yanal

Umutla doymuş olan kişilerin hangi sınıftan oldukları, sonuçta bir fark oluşturmaz. Bunlar; hevesli aydın, toprağa susamış çiftlik sahibi, paragözlü spekülatör, aklıbaşında tüccar ve sanayici, basit bir işçi ya da asil bir ağa olabilir. Büyük umutların pençesine takılan bu şahısların gözleri pekleşir, gerekirse mevcut düzeni yıkarlar ve yeni bir dünya yaratırla. böylece devrimler, özel haklardan yoksun bulunanlar tarafından yapılabildiği gibi, özel hak (ayrıcalık) sahibi kişiler göre da yapılabilir. (s.38)

İşsiz kalan şahısların, kendilerine somut yardım yapanlardan çok, kendilerine umut aşılayanları takip edecekleri daha dinç bir ihtimaldir. (s.44)

Şimdiki hayatımızda kişisel ilgilerimiz ve umutlarımız, bu hayatı yaşamaya kıymetli kılmayacak nitelikteyse, hayatı değerli kılacak şeyi kendi dışımızda aramaya şiddetli ihtiyaç duyarız. Nefsini ada sahiden ziyan olan değersiz hayatımıza bir manâ verebilecek amaçlara can havliyle sarılmamızdır. Dolayısıyla kişinin kendini yeni bir kişi yapacak şeye sıkıca sarılması, kesinlikle ama hırslı ve aşırı olacaktır. Nefsimize bir dereceye dek inancımız olabilir lakin ulusumuza, dinimize, ırkımıza veya kutsal amacımıza olan inancımız, fazla ve uzlaşmaz almak zorundadır. (s.44-45)

İnsanlar kitle hareketlerine katılmaya hazır duruma geldikleri süre, sadece bir öğretisi ya da programı olan belirli bir harekete yok, genelde etkin olan herhangi bir harekete katılabilecek duruma gelmişler demektir. Hitler öncesi Almanya’da kaynaşan gençler, Komünist ya da Nazi partisine bulunma için çoğu vakit yazı-tura atma durumunda kalmışlardır. Kitle hareketleri, taraftarlarını aynı müşteri insanlar arasından seçtikleri ve aynı fikir tarzındakilere hitap ettikleri için, bütün kitle hareketleri birbirleriyle rekabet halindedir ve birinin kazandığı taraftar, diğeri için bir kayıptır. (s.46-47)

“Böl ve yönet” diye bilinen siyasi oyun, yönetilen ahali arasındaki değişik birlik şekillerinin hepsini zayıflatmak amacına yöneldiği vakit, beklenen sonucu vermez. Etkin bir bölme, birbiriyle rekabet eden ve birbirine şüphe ile bakan kapalı toplulukların (ırksal, dini veya idareli toplulukların) sayısını artmak yoluyla yapılabilir. (s.74)

Dini ve devrimci heyecanda olduğu gibi aşırı vatanseverlik de suçluluk duygusundan kaçmak isteyenlere bir barınak vazifesi görür. Tuhaftır ki, lüzum adaletsizlik yapan, gerekse haksızlığa uğrayan kişi ve lüzum günah işleyen, gerekse üzerinde günah işlenilen birey, bir kitle hareketine katılmakla, kendini kirli hayatından kurtulmuş gibi hisseder. Gerek pişmanlığın, gerekse belaya uğramışlık duygusunun, insanları aynı yöne ittiği görülmektedir. (s.92)

Suçluya karşı bir şefkat duygusu vardır ve bütün kitle hareketleri, suçluyu galip gelmek için onun civarda aralıksız kur yaparlar. İkinci Haçlı Seferinin enerjik hatiplerinden St. Bernard, asker biriktirmek için çağrısını şöyle yapmıştı: “Tanırını en büyük bir lütfudur ve ne çok değerli bir kurtuluş fırsatıdır ama Tanrı, katilleri, ırz düşmanlarını, dolandırıcıları, yalancı şahitleri ve her türlü suç işleyenleri, günahsız kişiler gibi kendi hizmetine çağırmaktadır.” (s.93)

Bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazırlanmış duruma getirme tekniği; o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Diğer bir ifadeyle; onun kendi hakiki kişiliğine sahip olmasını önlemektir. Bu operasyon, o kimsenin kapalı, kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla, ona gerçek dışı bir karakter tanımak aracılığıyla, şimdiki zamanın küçümsenmesini ona telkin etmek ve onun ilgisini demin var olmayan şeylere kaydırmak yoluyla, onunla gerçek arasına perde (doktrin) germek yoluyla ve son olarak; ihtiraslar enjekte ederek o kimse ile nefsi arasındaki dengeyi durdurmak (kişiyi aşırılaştırmak) aracılığıyla yapılabilir. (s.99-100)

Ölmek ya da öldürmek, büyük bir törenin ya da dramatik bir oyunun bir sahnesi olduğu vakit kolay görünür. Gözünü kırpmadan ölümün karşısına çıkabilmek için şu ya da bu şekilde bir uydur-inan etkeni gereklidir. Gerçek nefsimiz için, ne bu dünyada ne de değişik dünyada uğrunda ölmeye değecek hiçbir şey yoktur. Ne vakit oysa biz kendimizi sahnede rol yapan bir aktör (yani gerçek olmayan kişi) gibi görürsek, oysa o vakit vefat, korkunçluğunu kaybeder ve bir uydur-inan hareketi olur. Başarılı bir liderin en manâlı işlerinden biri, taraftarlarında mükemmel bir görev yaptıkları hayalini yaratmak yoluyla ölmenin ve öldürmenin acı gerçeğini maskelemektir. (s.136)

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Erwin Koeman

Aşırının körlüğü, kendisi için bir güç kaynağıdır, çünkü engelleri göremez. (s.207)

Tüm kitle hareketleri, şimdiyi aydınlık bir geleceğe açılış aracı olarak tasvir etmek aracılığıyla değerden düşürürler. Şimdiki zaman, onlara tarafından büyük mutluluk devrinin eşiğindeki paspastır. Şüphesiz bir gerçektir oysa, aydınlık bir gelecek düşüncesinin ortaya koyduğu umut, yiğitlik vermek ve kendini unutmak bakımından dinç bir kaynaktır. (s.110)

Umut olmaksızın, ortak fedakarlık ve işbirliği yapmak imkansızdır. Her şey bugünden ibaret olduğu vakit, elimize geçirebileceğimiz her şeye sıkıca yapışır ve onu elden ayrılmak istemeyiz. Öteki yanda, her şey ileride ve hemen şimdi gelmemiş durumda olduğu vakit, elimizdekileri başkalarıyla paylaşmak bize zorlama gelmez. bu nedenle umutsuz kalan kişiler arasındaki beraberlik bağları kopar ve bu kişiler, ayrı ayrı kişisel çıkar peşine düşerler. (s.111)

Geçmişin ihtişamlı gösterilmesi, şimdiki zamanın minik düşürülmesi için bir vasıta olarak kullanılabilir. Fakat umutlu bir geleceğe bağlanmadığı takdirde, geçmişin abartmalı bir şekilde ortaya konulması, bir kitle hareketinin istediği gözü öyle davranışlardan daha fazla, temkinli davranışlara niçin olur. Öteki yandan, şimdiki zamanı, parlak bir geçmişle parlak bir gelecek aralarında sadece bir bağlantı olarak kullanmak değin küçük düşürücü başka bir yöntem yoktur. böylece dini kitle hareketleri, aydınlık geçmiş için insanın yaradılışına dek giderler, sosyal devrim hareketleri, insanların bağımsızlık, eşdeğer ve egemen oldukları parlak devirlerden bahsederler, milliyetçi hareketler, geçmişteki yücelikleri baştan canlandırır ya da bunları buluş ederler. Geçmiş ile bu şekilde meşgul almak, sadece kitle hareketinin meşru olduğunu veya eski düzenin meşruluğunu kaybettiğini göstermek arzusundan değil, bununla beraber şimdinin geçmiş ile gelecek arasında değersiz bir geçitten ibaret olduğunu ortaya hazırlamak içindir. (s.111)

Tarihi gerçekleri içinde duymuş olmak, kişide akıcılık anlayışı yaratır. Geçmişi ve geleceği hayalinde tamamen canlandırmış olan belirlenmiş inançlı kişi, kendisini geriye ve ileriye doğru ölümsüz uzayan bir şeyin parçası olarak görür. “Hemen”nin ve dolayısıyla kendi hayatının elden gitmesi, onun için değersiz bir hale gelir. (s.112)

Radikaller ve reaksiyonerler (gericiler), şimdiki zamandan korku ederler ve onu doğru yoldan çıkmış ve sakatlanmış olarak görürler. Şimdiki zamanda yollarına devam için icabında zalim ve gözü o kadar olurlar ve nefsinden fedakarlık etme fikrine taraftardırlar. Radikaller, insan doğasının baki bir şekilde mükemmelleştirilebileceğine inanırlar ve geçmişte denenmiş toplum modelleriyle bağlı kalmaksızın, geçmişte denenenlerden fazla daha iyi bir model oluşturulabileceğini düşünürler. Reaksiyonerler ise, eğer dengeli ve sağlıklı bir toplum meydana getirilmek isteniyorsa, böyle bir toplumun geçmişte denenmiş ve iyi olduğu ispatlanmış bir toplum modeline uygun olması gerektiğini düşünürler. Reaksiyonerler için “gelecek”, adamakıllı yeni bir uyum değil, eski düzenin iyi onarılmış bir şekli olmalıdır. (s.115)

Sahiden radikal ile reaksiyoner arasındaki sınır çizgisi, her zaman açık açık belli değildir. Reaksiyoner, kendi idealindeki geçmişi her tarafta yaratma durumuna geldiği zaman, radikalist düşünceler ortaya koyar. Onun hayal ettiği geçmiş, gerçeğe dayanmaktan fazla, olmasını açlık ettiği geleceğe dayanır. O, geçmişi onarmaktan daha çok, yeni şeyler ortaya koyar. Buna aynı bir tavır değişikliği, kendi yeni dünyasını kurmakta olan radikalde de görülür. Radikal, şimdiki düzeni reddettiği ve tahrip ettiği için, kuracağı yeni dünyasını geçmişteki bir noktaya bağlantı kurmak zorunluluğunda kalır. (s.115)

Bütün aktif kitle hareketleri, taraftarları ile dünya gerçekleri arasına, gerçekleri örten bir perde koymaya uğraşırlar. Bunu, mutlak e son gerçeğin kendi öğretileri içinde bulunduğunu ve bunun dışında diğer bir reel ve katiyet bulunmadığını telkin etmek yoluyla yaparlar. Kesin inançlı birey, inançlarına yardım olan gerçekleri, kendi deney ve gözlemlerinden yok, işte bu tanrısal telkinden çıkarmalıdır. Luther demişti fakat; “İncil’in dünyasına öyle sarılmalıyız ki, eğer Tanrı’nın bütün meleklerinin bana inancımdan farklı şeyler bildirmek üzere geldiğini görsem, inancımın bir hecesinden bile kesin olmama etmeyi aklımdan geçirmeyeceğim gibi, gözlerimi kapar ve kulaklarımı tıkarım. Çünkü onlar, görülmeye ve duyulmaya değer değildir.” Duygularının ve aklının bulgularına direnmek, ihanet ve kafirliktir. Bir inancı olası kılmak için, ne dek inançsızlık gerektiğini bakmak, dehşet vericidir. Körü körüne inanç diye bildiğimiz şey, pek fazla sayıda inançsızlıklar ile ayakta tutulur. Bergson’un işaret ettiği gibi; “bir inancın gücü; dağları yerinden oynatmasından yok, yerinden oynatılacak dağları görmemesinden belirlenmiş olur”. (s.121-122)

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Eda Özülkü

Bir aşırıyı, mantığına ve dostça duygularına hitap etmek yoluyla amacından soğutmak ve vazgeçirmek, imkansızdır. O, uzlaşmaktan korkar ve tanrısal amacının doğruluğunu ve kesinliğini değerlendirme tekliflerini kabul etmez. Fakat o, tanrısal bir amaçtan aniden bir diğerine geçmekte zorluk çekmez. Bir aşırı, us yoluyla ikna edilemez lakin kalben diğer yöne döndürülebilir. Onun tutkulu bağlılığı, bağlandığı amacın niteliğinden fazla daha önemlidir.(s.128)

Bir kitle hareketinde birleştirici etkenlerin en kolay bulunanı ve en geniş kapsamlısı; nefrettir. Nefret, bir insanı kendi kendinden koparıp ayırır ve ona dertlerini ve geleceğini unutturarak onu kıskançlık ve menfaatperestlikten kurtarır. O kişinin bundan böyle en büyük arzusu, kendi benzerleriyle kaynaşıp ateşli bir kitle haline gelmektir. Bir kitle hareketinin gücü, seçmiş olduğu düşmanın canlılığı ile içten orantılıdır. Yahudilerin yıkım edilmesini açlık edip etmediği sorulduğu vakit, Hitler şöyle yanıt vermişti: “Hayır… İmha edersek, onları tekrar yaratmamız gerekecektir. Yalnızca ismen değil, cismen mevcut bir düşmanımızın bulunması, esastır.” (s.135)

Müşterek nefret, en birbirine uymaz elemanları bile birleştirir. Müşterek bir nefreti bir düşmanla beraber paylaşmak, onu bir yakınlık duygusuyla zehirlemek ve dolayısıyla onun aleyhinde koyma gücünü zayıflatmaktır. Hitler, Yahudi düşmanlığını yalnızca Almanları birleştirmek için değil, bununla birlikte Yahudi düşmanı Polonyalıların, Romenlerin, Macarların ve hatta Fransızların katlanma gücünü zayıflatmak için kullanmıştır. İdeal Tanrı’nın tek olması gibi, ideal düşmanın da tek olması gerektiği anlaşılmaktadır. Hitler örneğinden öğrendiğimiz gibi büyük bir liderin dehası, bütün nefretleri tek bir düşman üstüne toplamaktan ibarettir. Yeniden ideal bir Tanrı’da olduğu gibi, ideal bir düşman da her şeye kadir ve yeniden hazırlanmış olmalıdır. Yahudilere gereğinden artı ağırlık verdiği kendisine hatırlatıldığı vakit Hitler, şu cevabı haykırmıştır: “Hayır, hayır, hayır!.. Yahudi’nin bir düşman olarak taşıdığı harikulade özelliklere verilen önemin, gereğinden pozitif olabilmesi imkansızdır.” Son olarak da, ideal bir düşmanın yabancı olması gerektiğidir. İdeal düşman niteliğini kazanması için yerli bir düşmanın tanıdık olmayan bir soydan geldiği iddia edilmelidir. (s.136-138)

Suçluluk duygumuzu yenmek için en etkili yol, kendilerine karşısında kabahat işlediğimiz şahısların fiilen cezaya bedel, kötü ve hatta öldürülmeye değerinde kişiler olduğuna, kendimizi ve başkalarını inandırmaktır. Haksızlık yaptığımız kişiler, acınacak kişiler olmadığı gibi, onlara karşısında kayıtsız da kalamayız. Ya onlardan nefret edip, onlara ızdırap etmeliyiz veya kendimizi, “kendini altında görme” akıntısına bırakmalıyız. (s.141)

Nefreti kanına girmek yoluyla, bir coşku, bir tiryakilik ve bir umut meydana getirmek mümkündür. Martin Luther şöyle demişti: “İstediğim gibi dua edemeyecek dek kalbim soğuk olduğu zamanlar, aklıma düşmanlarımı getiririm. Öyle oysa, kalbim hiddet ve nefretle şişer ve o zaman, yanık yanık dualar edebilirim. Ve öfkem ne değin kavgalı olursa, dualarım da o kadar zinde olur”. (s.144-145)

Bir kişi, tek başına karar verirken duyduğu tereddütlerden, korkulardan ve şüphelerden kurtarıldığı zaman, zalimlikte ve gaddarlıkta ne değin fazla noktalara dek gideceği kesin olmaz. Bir kitle hareketinin tek vücut yapısı içinde kişisel bağımsızlığımızı kaybettiğimiz süre, yeni bir özgürlüğe kavuşuruz. Bu serbest, hiç utanmadan ve pişmanlık çekmeden; nefret edilen şey etme, yalancılık, zulüm yapma, adam öldürme ve ihanet etme özgürlüğüdür. Bir kitle hareketinin çekiciliği, kısmen bu aslında yatmaktadır. Orada biz, başkalarının namusunu lekeleme hakkı buluruz oysa, Dostoyevski’ye kadar bunun büyüleyici bir cazibesi vardır. (s.146)

Etiketler
Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı