Halide Edip Adıvar
Halide Edip Adıvar Biyografisi
Türk romancı. Siyasal alanda da etkinlik göstermiştir.
Halide Edip Adıvar, istanbul’da doğdu. Kimi kaynaklara göre doğum yılı 1884’tür. İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji‘nde okuttu. Orada Rıza Tevfik’den (Bölükbaşı) Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu’nun mistik edebiyatını dinledi. Sonra evlendiği Salih Zeki‘den de matematik dersleri alıyordu. Koleji 1901’de bitirdi. Halide Edib, kolejin son sınıfında iken matematik öğretmeni olan Salih Akıllı Bey ile okuldan mezun olduğu yıl evlendi. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-u Riyaziyat adlı eserini yazmada asistan oldu, meşhur İngiliz matematikçilerin hayat öykülerini Türkçeye çevirdi. Birkaç Sherlock Holmes hikâyesinin de çevirisini yaptı. Fransız yazar Emile Zola’nın yapıtlarına büyük ilgi duymaya başladı. daha sonra ilgisi William Shakespeare’e yönenın çevirisini yaptı. 1903 yılında birincil oğlu Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus savaşında batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya’yı Japonların yenmesinin verdiği neşeyle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro‘nun ismini vermişti. Eşi Salih Zeki Bey’in ikinci bir kadınla evlenmek istemesi üzerine ondan 1910 yılında boşandı.
1908‘de gazetelere yazmaya başladığı bayan haklarıyla ilgili yazılardan ötürü gericilerin düşmanlığını kazandı. 31 Mart Vakası‘nda bir süre için Mısır‘a firar etmek zorunda kaldı. 1909‘dan sonradan eğitim alanında devir alarak öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. 1919‘da Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir‘in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkin tavır ünlüdür. 1920‘de Anadolu’ya kaçarak Kurtuluş Savaşı‘na katıldı.
Kendisine önce onbaşı, daha sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Millet Fırkası ve Atatürk ile siyasal görünüm ayrılığına düştü. 1917‘de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye‘den ayrıldı. 1939‘a dek dış ülkelerde yaşadı. O yıllarda konferanslar devretmek üzere Amerika‘ya ve Mohandas Gandhi tarafından Hindistan‘a çağrıldı. 1939’da İstanbul’a dönen Adıvar 1940’ta İstanbul Üniversitesi‘nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanı oldu, 1950’de Halkçı Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954‘te istifa ederek evine çekilmiş ve 1964‘te ölmüştür.
Adıvar’ın Düzey Talip (1910), Handan (1912) ve Son Eseri (1913) gibi ilk romanları aşk öyküleri anlatan yapıtlardır. Yazar kahramanlarını yakıp yıkan bir sevgiyi bahsetmek istediği için şahısların iç dünyasına yönelir ve bu sevginin zamanla bir tutkuya dönüşmesini sergiler. Bu yapıtların kayda değer özelliğini, birbirine benzer ve ondan önceki Türk romanlarında bulunmayan bayan kahramanlarda aramak içten olur. Yazarın esas amacı kadın kahramanların kişiliklerini erkeklerin gözüyle değerlendirmek olduğu için, romanlarının anlatıcısı olarak bu kadınlara âşık erkekleri seçer ve fırtınalı bir aşk öyküsünü onların anı defterlerinden veya mektuplarından anlatır. Erkek (bazen kadın da) evli olduğu için, kaçınılması olanaksız bir iç çatışma, romanların moral sorununu oluşturur ve roman ya kadının veya erkeğin ölümüyle biter. Adıvar’ın, biraz kendi olduğunu bahis edilen bu bayan kahramanları, yazarın o dönemde ideal saydığı Türk kadınını temsil ederler. Seviye Talipler, Handanlar, Kâmuranlar her şeyden önce dinç kişiliği olan, haklarını savunan, Batı terbiyesi almış, fakat Batılılaşmayı giyim kuşamda aramayan, fotoğraf veya müzik gibi bir sanat alanında kabiliyet sahibi, yabancı dil bilir, açık fikirli ve çekici kadınlardır.
Adıvar 1910 yıllarında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu ile birlikte Türk Ocağı‘nda çalışmaya başladıktan daha sonra yazdığı Yeni Turan adlı romanında (1912) yurt sorunlarına eğilir. II. Meşrutiyet döneminde geçen bu ütopik romanda, Yeni Turan adlı idealist bir partinin program ve çalışmalarını anlatırken yeni bir Türkiye’nin hangi sağlam temellere oturtulması gerektiği hakkında o zamanki görüşlerini anlatmak fırsatını bulur. Ateşten Gömlek (1922) ve Vurun Kahpeye (1923) romanlarında Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da tanık olduğu olayları, direnişleri, kahramanlıkları, ihanetleri anlatırken kendi gözlemlerinden yararlandığı için daha gerçekçidir. bununla beraber, bir aşk sorununun aşıldığı bu yapıtlarda da yüceltilmiş kadın kahraman yerini korur. Ancak derhal, yine alışılmış dışı bu bayan, öncekiler gibi kişisel sorunlarla sarsılan aydınlatılmış bir sanatçı olarak yok, milli dava arkasında erdemlerini kanıtlayan veya Anadolu’da düşmana karşısında savaşan bir vatansever olarak çıkar karşımıza.
Adıvar’ın ilk yapıtlarında Türk okuruna sunduğu bir icat yarattığı bu bayan imgesidir. Bu imge toplumda birbirine karşıt olarak algılanan değerleri uzlaştırdığı için önemliydi. Osmanlı -İslam geleneklerine kadar ev hanımı olarak yetiştirilmiş basit ve cahil bayan, o dönemin aydın kesiminin gözünde geri kalmış bir uygarlığın simgesi gibiydi. öte taraftan Batılılaşmış “asrî” bayan da köklerinden kopmuş, değerlerini şaşırmış, namus anlayışı şüphe uyandıran bir kadındı. Adıvar’ın kahramanları işte bu çelişkiyi kendilerinde uzlaştırmakla bir özleme yanıt veriyorlardı. Çünkü bunlar keza Batılılaşmış keza de milli değerlerine emrindeki kalmış, hem serbest keza de namus konusunda fazla tedbirli, ahlakı sağlam kadınlardı. Gerektiğinde bir erkek gibi spor yapan, ata binen bu kadınlar dahası dişiliklerini de korumayı başarmışlardır.
Adıvar’ın en ünlü romanı Sinekli Bakkal‘da (1936) ileri bir adım attığını, yeni bir aşamaya vardığını görürüz. İlk romanlarının durum örgüsü bir iki kişi arasındaki bireysel ilişkilere yan olarak gelişirken, Abdülhamit II dönemindeki Türk toplumunun panoramik bir tablosunu sergileyen Sinekli Bakkal’ın olay örgüsü siyasal, hayali, toplumsal sorunlarla örülmüş olarak gelişir. Romanın okuru en çok çeken yönü de yoksul kenar mahallesi, varlıklı konakları ve saray çevresiyle Abdülhamit II zamanının istanbul’u anlatmasıdır.
Ne var fakat yazarın amacı bir dönemin Türk toplumunu yansıtmak değildir yalnızca. Bu felsefi romanda çevrelerin bir işlevi de belirli değerlerin temsilcisi olmaktır. Sinekli Bakkal mahallesi gelenekleri ve yardımsever değerleri sürdüren halk müziği kesimini; Genç Türkler’den Hilmi ve arkadaşları devrimci aydınları; saray çevresi ise, dejenere idareci kesimi temsilcilik eder. Roman iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısmın belli başlı teması Abdülhamid’in istibdat idaresi aleyhinde şiddete başvurarak devrim yapmanın geçerliliği sorunudur. Yine De Adıvar candan ezilen halktan yanadır, fakat gelenekçiliği ve savunduğu gizemli dünya görüşü şiddete başvurarak devrim yapmayı onaylamasına izin vermez. Romanda II. Meşrutiyet‘in ilanı “asırların kurduğu müesseselerin köklerini” söken, “içtimaî ve siyasî nizam ve intizamı” tepetaklak eden bir köklü değişiklik olarak nitelenir. Içten davranış Mevlevî tarikatından Vehbi Dede’nin yaptığı gibi “herhangi bir hayat fırtınasını sükûnetle seyretmek”tir. Yazar devrimden değil evrimden yanadır. Romanın ikinci kısmında dejenere saray çevresi sergilenirken esas tema olarak Rabia ile Peregrini ilişkisi gelişir ve evlilikle son bulur. Bu evliliğin simgesel anlamı Batı ile Doğu’nun bileşimi olarak yorumlanmıştır. Lakin Peregrini’nin “pek basit ve insanî ananeler” dediği geleneklere yan Sinekli Bakkal mahallesindeki cemaat yaşamına hayran olması, Müslümanlık’ı kabul ederek Rabia ile evlenmesi ve mahalleye yerleşmesi, daha fazla Doğu değerlerinin üstünlüğüne dikkat çekici sayılmaktadır. Ne var ama yazan, Rabia ile Peregrini’nin sevişip evlenmelerine inandırıcı bir hava verememiştir. Farkedilir oysa, olaylar yazarın kafasındaki bir görüşü söz etmek için tertiplenmekte ve Doğulu kadın ile Batılı erkek yazarın tezi gereği seviştirilip evlendirilmektedirler. Birinci kısımda olay örgüsünün doğal gelişimi, farklı dünya görüşlerine sahip kişiler arasındaki çatışmadan doğan gerilim ve dramatik sahneler, ikinci kısımda yerlerini, baskı izlenimi veren bir ilişkiye ve saray çevresinin tanıtılmasına bırakınca romanın sanatsal düzeyi düşer.
1943‘te CHP Ödülü’nü alan Sinekli Bakkal Türkiye’de en çok baskı yapan roman olmuştur. Sinekli Bakkal’ı izleyen romanların ise yazarın ününe katkıda bulunacak nitelikte oldukları söylenemez.
Adıvar farklı alanlara yönlendirilmiş alanlarda faaliyet göstermiş, siyasal ve toplumsal konularda da ayrıca Türkçe, hem İngilizce kitaplar yazmış, İngilizce’den Türkçe’ye çeviriler yapmıştır. Zamanının dış ülkelerde en fazla belli Türk yazarı olmuştur. Yapıtlarından kimileri İngiliz, Fransız, Alman, Rus, Macar, Fin, Urdu, Sırp, Portekiz dillerine çevrilmiştir.
Kitapları :
Roman: Heyulâ (1909)
Raik’in Annesi (1909)
Seviyye Talip (1910)
Handan (1912)
Son Eseri (1913)
Yeni Turan (1913)
Mev’ud Hüküm (1918)
Ateşten Gömlek (1923)
Vurun Kahpeye (1923)
Yürek Ağrısı (1924)
Zeyno’nun Oğlu (1928)
Sinekli Bakkal (1936)
Yolpalas Cinayeti (1937)
Tatarcık (1939)
Baki Panayır (1946)
Döner Ayna (1954)
Akile Bayan Sokağı (1958)
Kerim Usta’nın Oğlu (1958)
Sevda Sokağı Komedyası (1959)
Çaresaz (1961)
Hayat Parçaları (1963)
Hikâye :
Mahvolmuş Mabetler (1911)
Dağa Çıkan Kurt (1922)
İzmir’den Bursa’ya (1963)
Kubbede Kalan Güzel Seda (1974)
Anı :
Türkün Ateşle İmtihanı (1962)
Mor Salkımlı Ev (1963)
Oyun:
Kenan Çobanları (1916)
Maske ve Ruh (1945)