Haşim Kılıç
Haşim Kılıç Biyografisi
22 Ekim 2007 tarihi itibari ile Anayasa Mahkemesi Başkanıdır.
Haşim Kılıç, 13 Mart 1950 tarihinde Kırşehir, Çiçekdağı’nda doğmuştur. İlkokul, ortaokul ve liseyi Yozgat’ta okudu. 1968 yılında başladığı Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden 1972 yılında mezun oldu.
1974 yılında Sayıştay Başkanlığı’nda denetçi yardımcısı olarak görevlendirildi. Sonraki yıllarda Sayıştay’da Denetçi ve baş kontrol eden unvanlarını aldı. 1985 yılında Sayıştay üyeliğine geçti. 1990 yılında ise Turgut Özal Cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra onun tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi.
1999 yılında Tüzük Mahkemesi Başkanvekilliği’ne seçildi. 7 Aralık 2003 tarihinde ikinci defa Tüzük Mahkemesi Başkanvekilliği’ne seçildi.
Haşim Kılıç, 22 Ekim 2007 tarihinde Tülay Tuğcu‘nun yaş haddinden emekliye ayrılmasıyla boşalan Tüzük Mahkemesi Başkanlığı’na seçildi. 4 takvim ödev süresinin dolması sebebiyle 14 Eylül 2011 tarihinde yapılan Tüzük Mahkemesi başkanlığı seçimi sonucunda Başkan Haşim Kılıç, 17 oydan 13’ünü alarak Anayasa Mahkemesi Başkanlığına baştan seçildi.
Haşim Kılıç, bulunduğu görevi yaş haddinden nedeniyle 13 Mart 2015 tarihinde bırakarak emekli olacaktır.
Haşim Kılıç, RP, FP, HAK-PAR ve AK Parti kapatma davalarında red, DEP, HADEP kapatma davalarında kabul oyu kullanmıştır.
Almanca haberdar olan Haşim Kılıç, Gönül Kılıç ile evlidir. 4 çocuğu vardır.
Haşim Kılıç 25 Nisan 2014 tarihinde Tüzük Mahkemesinin kuruluşunun 52. yılı kutlamaları için düzenlenen törende şunları söyledi:
Biz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve hukukun evrensel ilkelerine kadar hareket ediyoruz. Bu bölge arkadaşlık ve düşmanlıklara kapalıdır. Hukuk devletinde mahkemeler, dikte ve talimatla çalışmadığı gibi, arkadaşlık ve düşmanlık duyguları ile de yönlendirilemez. Evrensel değerleri yüceltmek ve onları tehditler karşısında müdafaa etmek en esas görevdir. Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedeni insanoğlunun ortak paydasına sahip olan herkesin onurunu korumaktır. Bu görevin yüceltilmesi de bağımız yargıçlarla mümkündür.
Hukukun üstünlüğü ve demokratik değerlerle beslenen devletin yolu daima aydınlıktır. Avrupa’nın geldiği düzey bizlere önemli mesajlar vermektedir. Dini, ırksa ve sınıf savaşları yaşamış Avrupa, bütüncül rejimlerden hukuk devleti mücadelesiyle kurtulmuştur.
Siyasal amaçlarla yazılı hukuk kurallarında çok sık aralıklarla yapılan şansın dönmesi toplumda hukuka olan güveni sağlayamaz. Hukuk güvenliğini sağlayacak olan unsurlar, bağımsız hak ile yasama ve yürütme organlarının insan haklarını özne olarak kabul etmeleridir.
Hukuk devletinde, iktidarın keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır. Yönetenler de hukuksal değerlerlerle kuşatılmışlardır.
Demokratik değerleri, huir hayat için hukuk güvenliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı ve devlet işlerinin yargıya tabii olduğu devlet, hukuk devletidir. Tasarrufları ön görülebilir, ulaşılabilir, açık ve transparan olan devlet hukuk devletidir.
Adalet, milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir, olmamalıdır. Son dönemde yargı, bu konuyla ilgili ‘paralel devlet‘ ya da ‘çete‘ diye nitelendirilen fazla korkunç, fazla önemli ve çok ağır suçlamayla aleyhinde karşıyadır. Bu itham üstünde yapış yapış kaldığı sürece yargının ayakta kalması mümkün değildir.
İddia edilen kayıt dışı yapılanma hak mensupları arasında dehşet, endişe ve gelecekle ilgili belirsizliklerin doğmasına, arasında olması gereken mesleki ilişkinin fazla negatif etkilenmesine yol açmaktadır. Görevi, maddesel gerçekleri ortaya çıkarak olan yargının aleyhinde karşıya kaldığı bu iddianın adı vicdan yolsuzluğudur. Bunun için yapılması gereken açıktır. Hukuk devletine yakışan yöntemler kullanmak, gerçekliğinin ispat edilmesi halinde, faillerine bir saniye bile beklenmeden gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır.
Bugün itibarıyla bırakınız canice davalarını, en basit alacak davasına ilişkin kararlar bile tartışmaya çözülmüş ve yargıya olan güven ağır bere almıştır. Öncelikle hak ve yürütme organları elde etmek üzere herkes veri, evrak ve delilleri ortaya düzenlemek zorundadır. Lüzum yargıda gerekse yürütme organı içinde var olduğu bahis edilen bu şahısların diğer illere görev edilerek, yerlerini değiştirerek sorunu çözmenin anlamsızlığı açıktır.
Söz konusu iddiaların hak kurumlarında psikolojik travma yarattığı; delil, data ve belgeye dayanmayan ihbar mektuplarının hüküm icra ettiği, baskın ve savcılar arasında kayda değer ayrışma ve bölünmelere sebep olduğu hepimizin saklayamayacağı gerçeklerdir. Bu ayrışma ve bölünmenin hukuk devletinin, hukuk güvenliğinin ve adaletin sonunu getireceğini yargıda yaşadığımız olaylar açıkça göstermektedir. yinelenmek icabında yargının bu iç ağrısıyla yaşaması asla mümkün değildir.
Herkese bildik gelen bir sözle, hukuk güvenliği insanların güvercin ürkekliği içinde yaşamadığı korkusuz bir ortamın varlığı olarak tanımlanabilir. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle adalet üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için cesaretli adımlar atıldı, bu adımlar toplumda büyük karşılık da gördü. Laf konusu vesayetçi yönetimlerin görevlerinin sona ermesiyle büyük bir başıboşluk doğdu.
Bu boşluğun toplumun her kesimini kucaklayan hoşgörülü, özgürlükçü, çoğulcu, adil ve evrensel değerleri yansıtan tercihlerle doldurulması gerekirken ne yazık ancak bunu gerçekleştiremedik. Ne eyvah ki öbür renkte yeni bir vesayetin oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın. Tarih olanları kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek, cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız…
Kamu gücünü etkili bir şekilde kullanan adalet, siyasi ve ideolojik yapılanmaların hedefinde daima ele geçirilmesi gereken bir kale olarak görülmüş, ele geçirenler de kendi vesayet sistemini dayatmanın çabasına düşmüştür. Kaleyi ele geçiremeyenler ise yarının bağımsızlığının ve tarafsızlığının ne dek hayati bir öneme sahip olduğunu söyleyip durmuşlardır. Kaleyi işgal edenler de yargıyı, siyasi düşüncelerine ve ideolojilerine lojistik yardım temin etmek için veya rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullanmışlardır. Altını çizerek ifade ediyorum. Bu kavrayış ve işgalden kurtulmadıkça egemen ve nesnel bir yargının oluşması hayaldir.
Tüzük Mahkemesinin son günlerde verdiği bireysel uygulama kararlarına yapılan ölçülü eleştirileri saygı ile karşılarken, bahşedilen kararlarımızın peşinde olduğumuzu tarif etmek istiyorum.
Bizler, adaletli olmayı tanrısal bir tahsis kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız.
Belirtilen davalarda şikâyetçilerin, kanunun yolunu tüketme yolu aranmaksızın, AYM’nin ihlal kararlarını verdiğini altını çizmek istiyorum. AYM, bir internet sitesine erişimin engellenmesine karşısında verdiği kararda, yoğun eleştiriyle aleyhinde karşıya kalmıştır. Uzun yargılama, uzun tutukluluk veya şikayete konu hakkın, yeterli hukuk yoluyla korunup korunmadığı yönünde yapılan değerlendirmeler bunun istisnalarını oluşturmuştur.
AYM’nin, AİHM’in içtihatları doğrultusunda kanun yolları tüketilmeden verdiği kararlara karşı hiçbir eleştiri yapılmamasına karşın, bir internet sitesiyle ilgili kararıyla ilgili ölçüsüz şekilde eleştirilmesi uyarı çekicidir. Hukuk devletinde mahkemeler dikte ve talimatla çalışmadığı gibi dostluk ve düşmanlıkla da yönlendirilemez.
İnternet sitesine yönetimsel kararla getirilen yasağın, daha ilk dakikası dakikasına, siteye başka yollardan ulaşılması, etkisiz bırakılması orantısız tepkiyle örtüşmüyor.
Tarihe yargi ve özgür savunucusu olarak geçen Gorbaçov, Sovyetler çözülmeden küreselleşmeyle ilgili antenlere vize koyamazsınız diyerek iletişim araçlarındaki zorluklara işaret etmiştir.
Alınan kararda yönetimle ilgili bir işlemin kanuni bir dayanağının olmadığı tespitidir.
Amacımız sorun üretmek yok sorun çözmek olmalıdır. Bir eylemin işlemin, siyasi bir doküman olan anayasaya göre denetlenmesi sebebiyle ortaya meydana çıkan AYM kararının siyasi sonuçlar doğurması doğaldır. Anayasa Mahkemesi’nin siyasi amaçlarla hareket olduğunu söylemek ya da milli olmamakla itham etmek sığ eleştirilerdir.