Jean Auguste Dominique Ingres
Jean Auguste Dominique Ingres Biyografisi
Fransız ressam Jean Auguste Dominique Ingres neoklasisizmin en kayda değer sanatçılarındandır.
Jean Auguste Dominique Ingres, 29 Ağustos 1780 tarihinde Fransa’da Toulouse yakınlarında Montauban’da bir sanatçının oğlu olarak doğmuştur. Babası dekoratif işler yapan bir heykeltraş idi. Bu Nedenle Dominique İngres on yaşlarındayken babasından ilk resim derslerini aldı. 1791 yılında Toulouse Akademisi’ne girdi. Burada usta Rougues, peyzaj ressamı Briant ve heykeltraş Vigan gibi sanatçılara öğrencilik yaptı. bununla birlikte müzikle de ilgilenerek ondört yaşında, Belediye Orkestrasında, ikinci kemancı olarak hayatını kazanmaya başladı.
Öğretmenlerinden bazılarının teşvikiyle 1797 yılında Paris’e gitti ve Jacques Louis David’in öğrencisi oldu. Antik çağ sanatını yakından peşine düşüp takip eder ve hatta üslubunun öteki birçok temsilcisi gibi Antik Yunan kazılarına katılarak burada antik heykeller öncelikle elde etmek üzere pek çok eseri analiz fırsatı bulur. Fakat bilhassa Raffaello Santi’nin eserlerini inceleyerek üslubunu oluşturur. Grek ve arkaik stilin etkisinde kalarak, 1801’de kendisine “Grand Prix de Rome” ödülünü kazandıran “Agamemnon, Aşil’in Çadırında” isimli eserini yaptı.
“Agamemnon, Aşil’in Çadırında” adlı tablosu – 1801
Jean Auguste Dominique Ingres, Roma’ya gidip İtalyan ressamlarını çözümlemek istiyordu. Ancak bu gezi için yeteri değin parası olmadığından bu seyahatini beş yıl sonraya adamak zorunda kaldı. bu vesileyle bir kadın portresiyle 1802 yılı Paris Devlete Ait Sergisi’ne katıldı. Portrelerin yanı sıra büyük boyutlarda dinsel, mitolojik ve tarihsel resimler de yapar. Antik Yunan sanatının yanında Roma sanatını da merak eden ve çözümlemek isteyen Ingres, İtalya yolculuğu için para biriktirmeye çalışırken farklı alanlara yönlendirilmiş sergilere katılır. Böylece Napolyon Bonapart’nin dikkatini çekerek onun kadar dağıtılmış siparişler almaya başlar.
1804 yılında, Napolyon Bonapart’ın isteğiyle, Liège Şehri’ne armağan edilmek üzere, onun Birinci konsül kıyafetinde, bir portresini yaptı. Ayakta duran Napolyon Bonapart, sol elini ceketinin içine içten sokmuş, sağ eliyle Amercoeur banliyösü inşası için verdiği talimatı imzalıyor. neoklasisizm tarzda olan bu eserde bakış açısı kusursuz. Arkadaki planda görülen St. Lambert Katedrali, resme derinlik katıyor. Napolyon Bonapart adlı tablosu – 1804 Bu, daha sonradan devam ettiği bir hızlı portrenin başlangıcı oldu. 1805 yılında Napolyon Bonapart’ın “İmparatorluk Tahtı’nda” bir portresini daha yaptı ve 1806 yılında yıllık Resmi Sergiye bu eseriyle katıldı. Ama bir hayli tenkitlere uğradı.
Napolyon Bonapart’ın portrelerini yapmaya sürekli ressam, bu eserinde onu imparatorluk tahtında resmeder. Dağıtılmış çevrelerce eleştirilen resim, duygudan yoksunlukla yüklü, katı bir durağanlık içinde, emperyal güç imgesi büyük bir dikkatle süslenmiş bir tahtta oturan sert bir Napoleon’u izleyicilere sunar. Eser epeyce gösterişli bir görünüme sahip. Resimde gördüğümüz detayların örnekleri çoğunlukla karşımıza Hollanda resminde çıkar. Ayrıntıcılığı neoklasik eserlerde böylece göremesek bile Ingres bu yargıyı yıkar. Yüzeylerin, giysilerin dokusu oldukça net bir şekilde anlaşılması mümkün. Resimdeki en önemli detay ise Raffaello’nun hayranı olduğunu bildiğimiz ressamın, halıdaki ayrıntıya Raffaello Santi’nin Madonna della Sedia isimli eserinin varyasyonunu koymasıdır. Işık ve renk uygulaması yapıtı daha da zenginleştirmiştir.
“Napoleon On His Imperial Throne -1806
1806 yılına kadar romantik bir anlayışla kendisinin ve arkadaşlarının portreleri ile yalın bir çizgisel anlatımın yer aldığı çalışmaların yanı sıra, para galip gelmek amacıyla yaptığı aristokrat sınıfının kurşun kalem portre çalışmalarına yoğunlaşan sanatçının bu çalışmaları sonra büyük değerinde kazanır. Bu erken dönem çalışmaları kaligrafik çizgi ve anlatımcı bir dış çizgiyle tanımlanmış, kullandığı bu çizgilerin eserlerinde emin bir alımlılık duygusu vermesi ilkesi, Ingres’nin tüm sanat hayatı her tarafında geçerliliğini korumuştur.
Ekim 1806’da Roma’ya artan bir şekilde 1810 yılına kadar Villa Medici’de davetli kaldı. Orada öncelikle hayranı olduğu Raffaello Santi olmak üzere çoğu İtalyan sanatçısının eserlerini analiz fırsatını buldu. Takriben 4-5 sene kaldığı İtalya’da en verimli dönemini geçirerek büyükçe eserler verir. Takriben oryantalist akımına da orada kapılır ve hiç gitmemiş olmasına karşın Doğu’yu resmederek doğu figürlerini resimlerinde sıklıkla kullanır.
Dominique İngres, ilk kez 1808 yılında yaptığı “Yıkanan Bayan” isimli tablosu elde etmek üzere en güzel eserlerini, bu senelerde meydana getirdi. En büyük eserlerinden biri farzedilen ve oldukça hareketsiz olan tabloda gördüğümüz arkası dönük bayan figürü, Ingres’in bir çeşit zaafı, hatta takıntısı olduğunu söylemek böylece hatalı olmaz. Birçok eserinde görülen bu figür, anatomik olarak bozukluklar gösterir. Fakat bu eserler, Paris’te beğenilmedi. Ingres de bu yönden, yeniden İtalya’ya 1810 yılında gitti ve 1820 yılına dek Roma’da kaldı.
Paris Louvre Müzesi’nde sergilenen 1814 yılında yaptığı Büyük Odalık adlı eseri, Doğu kültürünün oryantalist etkileri ve sanatçının anlatını dilini oluşturan ideal çekicilik anlayışının ahenkli senteziyle biçimlenmiştir. Ingres, modelin bakımlı tavrıyla bütünleşen umursamaz ve hafiflik duygusu yaratan bakışlarını, izleyicinin bakışlarıyla ustaca birleştirmiş. Sanatçının oryantalist etkilerin görüldüğü resimlerinde pürüzsüz boya sürüşü, desene verdiği tartma ve ışık etkileri neoklasisizm estetiği ön plana çıkarır. Resimdeki figür, ince uzun oranları ve anatomik gerçeklikten uzaklığı ile uyarı çeker. Eserinde Ingres, maniyeristler gibi soğuk renkleri kullanmayı tercih etmiştir.
1813 yılında Madeleine Chapelle ile evlenen Dominique Ingres, 1814’de Caroline Bonaparte’ın ve ailesinin fertlerinin teker teker portrelerini yaptı. Benzer sene Yıllık Resmî Sergiye “Raffaello”, “Formarina” ve “Toledo’lu Don Pedro” tablolarıyla katıldıysa da tekrar umduğunu bulamadı.
Jean Auguste Dominique Ingres, Fransa’da romantizmin gelişmeye başladığı dönemde akademik ilkelere tabi belli bir güzellik anlayışına uyar, fakat bunun yanında bilhassa kadın figürlerinde durumsal nitelikleri de gündeme getirir. Portrelerinde duygulu bir açıklama kullanarak cana yakın ve yumuşak bir atmosfer yaratmıştır. Dönemin çekicilik anlayışı ile biçimlenen figürlerini, abartısız ve yalın bir anlatımla resmetmiştir. bu nedenle, deseni önemsemiş, rengi ve ışığı desene hizmet eder konumda kullanmıştır.
Napolyon Bonapart’un düşmesiyle ve ailesi efradı arasındaki vefat ve hastalıklarla Dominique İngres için de güç seneler başladı.
1820’de heykeltraş Lorenzo Bartolini’nın tavsiyesine uyarak Floransa’ya gitti. “XIII. Louis’in Adağı” isimli tablosunu bu şehirde meydana getirdi. Fransa’da yavaşça tablolarına alaka duyulmaya başlandığını öğrenince, 1824 yılında Paris’e döndü. Eserleri bundan böyle büyük övgüyle karşılanmaya başlamıştı. 1825’de “Academie des Beaux – Arts” Hoş Sanatlar Akademisi’ne aza seçildi. 1829’da da “Ecole des Beaux-Arts” Hoş Sanatlar Okulu’nda Jean-Baptiste Regnault’un yerine öğretim üyesi oldu. 1834 yılında Roma’daki, Fransız Akademisi’nin müdürlüğüne atanarak 1835-1841 yılları arasında orada kaldı.
1841 yılında her yerde Paris’e dönerek büyük sevgiyle karşılandı. Ingres bir porte sanatçısı olarak, modelin benzerliğini, onun yüz ifadesini, ince ayrıntıları ideal bir şekilde yakalar. Resimde Barones izleyiciye özel bir yakın olma kurar gibi bakar. Usta modelin yüzüne gösterdiği özeni, dönemin modasına uygun giysisine de gösterir. Elbisesindeki kumaşın yüzeyi, dokunabilirlik duygusu verir ve portrenin zenginliğini arttırır. Barones koyu arkadaki plandan fırlayacak biçimde aydınlatılmıştır.
1854 yılında yaptığı bu resim, Jeanne D’arc namına yapılacak bir anıt için sipariş edilir. Başının çevresindeki hale olan Fransa’nın koruyucu azizesi, cephesi altın alçak kabartma tekniği ile yapılmış ve öbür dinsel karakterlerle bezenmiş ve renkli taşlarla kaplanmış olan yüksek sunağın yanına, ayakta dururken betimlenmiştir. Jeanne D’arc fazlaca parlak bir zırh giymiştir. Sağında bir miğfer ve eldivenler karanlık bir basamak üzerinde ışıldar. Sağ elinde bir sancak tutar, ahşap sırığın kırmızısı ise kompozisyonun diyagonal eksenini vurgular. Askeri kimliğine ilişkin belirteçler, eteği ve uzun saçları gibi dişi öğelerle nötürleştirilmiştir. Fransız hükümeti ile bağlantısı ise arka planda yer alan üç yapraklı iris çiçeğine yansır.
Hayatının son senelerindeki en büyük eseri, bütün çıplaklarını kapsayan 1862 yılında yaptığı “Türk Hamamı” adlı tablosu oldu. Louvre Müzesi’nde sergilenen bu eserini, bir dönem Osmanlı’da yaşayan olan İngiltere büyükelçisinin eşi Lady Mary Wortley Montague’nun anlattıklarına dayanarak resmeder. Tabloyu Osmanlı diplomatı Halil Paşa’ya sattığında 80’li yaşlarında olmasına karşın 30’lu yaşlarının ateşini taşıdığını övünmekten geri kalmaz. İlk yapıldığı süre dikdörtgen formunda olan eser, sonra Ingres tarafından yuvarlak formuna dönüştürülür. O nedenle resmin iki versiyonunun olabileceği düşünülüyor. Fotoğraf izleyene anahtar deliğinden izliyormuş hissini verir. Kadınların orantısız vücutları, yer yer kalınlaşan hatları, kusurdan fazla hatalı çizim olduğu görünen eser Le Figaro Dergisi göre 19. yüzyılın en erotik devlete ait bildiri edilmiştir.
“Türk Hamamı” adlı tablosu- 1862
14 Ocak 1867’de ölmeden önce, eserlerini, Montauban Şehri’ne bağışladı.
Ingres alışılmış ölçüleri benimseyen bir romantik, şekilsel mükemmelliğin içine daima şiir katan bir yaratıcıdır. Sadece, yaşadığı toplumun, yönetici zümresini çizmekle kalmamış, onları kendi yaratıcılığının ve estetik doktrininin içine dek götürmüştür. Kişisel stilinde, laik düşüncelerin yanı sıra, ihtilalin kökünden söktüğü çoğu geleneksel değerlere de yer vermiş ve bu uğraş, onun en hayran eden yönü olmuştur.
Ingres’in tahlil gücü, eserlerindeki modellerin duruşunda, tenlerin ipeksi görünüşünde, hareketlerin yumuşaklığında, kontürlerin netliğinde ortaya çıkmaktadır. Artist, doğaya tanıdık olmayan düşen hiçbir rengi, kabullenmemiştir. En reel ve en olumlu bellediği görüşleri, modern kültürün derinliğinde şekillendirerek değerlendirmiş, bu çabası onun üstün tekniğini yaratmıştır. Ingres bilhassa kontürlere tartı vermiş, hacimleri ve mesafeleri, emin hatlarla ayrılan geniş renk yüzeyleriyle, ortaya çıkarmıştır.
Şekil, onun için tekrar tekrar arı ve güçlü olmuştur. Ingres’in resim sanatı, her yönüyle, manalı ve bununla beraber müzikal bir uyumu taşıyan olağanüstü bir sanattır.
Sanat yaşamı baştan başa açıklanmış birkaç temaya ast kalarak eserlerini üretmiş olan Jean Auguste Dominique Ingres, bilhassa çıplak figürlerindeki duyumsallık birçok eleştirmen kadar farklı biçimlerde yorumlanmıştır. Bu eleştirmenlerden biri olan Élie Faure, alaycı bir dille onun hakkında şunları söylemiştir: “Ingres kent soylu centilmenlerinin ve onların eşlerinin kocaman göbeklerini ve kalçalarını resmetmek sanatında ustalaşmıştır.” Akademik geleneğe en alt sanatçılardan biri olarak tarihe geçen Ingres, alışılmış bir üslupla çizginin güçlü bir anlatım arabulucu olduğunu gösteren yapıtlarıyla fazla sonraları Edgar Degas ve Pablo Picasso’nun sanatına kaynaklık etmiştir.
Jean Auguste Dominique Ingres, 14 Ocak 1867 tarihinde Paris, Fransa’da 87 yaşında ölmüştür.