Mete Akyol
Mete Akyol Biyografisi
Mete Akyol, 11 Ağustos 1935 tarihinde Ordu’da ailesinin ikinci çocuğu olarak doğmuştur. Babası Ordu eşrafından Hüsnü Akyol, annesi Mebrure hanımdır. Bir ablası vardır. Babası Hüsnü Akyol Ordu Milletvekili olarak da ödev yaptı. Ordu Gazi İlkokulu’nu tüketen Mete Akyol, orta öğrenimini, Kayseri’de paralı, yatılı ve İngilizce dili ile ders veren Talas Amerikan Ortaokulu ve arkasında 1953 yılında Lise bölümünü okuyacağı Tarsus’a gitti ve lise eğitimi Tarsus Amerikan Koleji’nde yaptı. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.
İlk olarak ilkokul 3.sınıfta bir arkadaşı ile beraber duvar gazeteyılında Halk gazetesinin çocuk sayfasında çeviriler yaptı. 1953 yılında Bağımsızlık gazetesinin Tarsus muhabiri olarak göreve başladı.
Mete Akyol, 1953 yılında Lise bölümünü okuyacağı Tarsus’a gittiğinde mektep gazetesi yoktur. Mete Akyol’un girişimi ile İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanan ‘College Tarsus’ isimli gazete yayına başlar.
Bu yıllarda, Babası Hüsnü Akyol Ordu Milletvekili olarak Ankara’da yaşamaktadır. Tatillerde başkente gelen Mete Akyol, haftalık Turkish American News adlı gazetede düzeltmen olarak çalışır. Mete Akyol’un Rüzgârlı Sokak ile tanışmasının öyküsü de şöyle:
“Gazete, CHP’nin kardeş yayını Son Havadis’in matbaasında basılırdı, basımevi yöneticisi de Baki Kurtuluş ağabeyimizdi. Bülent Ecevit de Kamu Gazetesi’nde Silviya ve Gökler Hâkimi Gordon isimli resimli romanı ve tanıdık olmayan ajanslardan gelen resim altı yazılarını çevirirdi. Bize de resim sergilerini yazardı ve künyede adı da’ Art Editör’ olarak geçerdi. Ben düzeltmen olarak, yazısını almaya Ulus Gazetes’ine gide gele İlhami Soysal, Altan Öymen gibi iş büyüklerimi de tanımaya başladım, Pazar Postası adında kültür yoğun bir gazete çıkartıyorlardı. Nurullah Ataç fazla sık gelirdi gazeteye. Katılmak değil fakat ‘söyleşilerine’ kulak verirdim. ‘Sohbet’ diyemem, ruhu gücenir, söyleşiyi de ilk ondan duydum. Böyle bir iklim içinde mesleksel yaşamım başladı.”
Tatil sonrası okula dönen Mete Akyol gazetecilikteki en büyük adımını atar. Öğrencileri taşıyan okul otobüsü kaza yapar ve otuz arkadaşı hastaneye kaldırılır. Mete Akyol ertesi gün bu olayı gazetelerde göremeyince kâğıda kaleme sarılır. Bağımsızlık Gazetesi’ne yazdığı mektupta, Tarsus’ta büyük bir trafik kazası yaşandığını, bunu gazeteye iletecek muhabirleri olmadığını düşündüğünü ve bu göreve talip olduğunu yazar. Adres olarak da yine bir ‘Mete’lik yapar:
“ Mektep adresimi yazsam, bu çocuk diyerek dikkate almaya bilirleayı adres göstermeyi düşündüm ve gittim, patrona çıktım. Sedat Simavi öleli birkaç ay olmuştu, ‘ Ben Simavi’nin akrabasıyım, aile mektuplarının okula gelmesini istemiyorum, sizin adresinizi versem olur mu?’ dedim. Patron bana sarıldı, baş sağlığı diledi, Sedat Simavi’nin ne değin büyük bir insan olduğunu anlattı ve kabul etti.
Bir zaman sonradan Hürriyet antetli zarf geldi. Yurt Haberleri Müdürü Zeyyat Gören imzalı mektupta işe kabul edildiğim yazılıydı, resim ve kimlik bilgilerim isteniliyordu. Hemen hazırlayıp yolladım.
1953 yılında üzerinde fotoğrafım olan birincil gazeteci kimliğime kavuştum.
1956 yılında Tarsus Amerikan Kolejinden mezun olan Mete Akyol önce ‘oto stop’ yaparak Avrupa’yı dolaşır. Birleşmiş Milletler Yardım Fonu Unicef organizasyonu ile gençlik kamplarına katılır, savaş sonrasında yenilenen Avrupa’da gönüllü işçi olarak çalışır. Dönüşünde Kodak marka bir fotoğraf makinesi bile vardır.
1959 yılında üniversite son sınıfta iken gazeteciliğe devam etti. 1959 yılında Akşam Gazetesinde çalışmaya başladı, kısa bir zaman sonra da Milliyet’e geçti. 1959’dan 1994’e değin; Uyruk, Öncü, Özgürlük, Dünya, Günaydın ve Sabahtan gazetelerinde, muhabir mülâkat yazarı, köşe yazarı ve genel yönetmen görevlerinde bulundu.
Uçak ile uçamama korkusunu 1983 yılında Lufthansa’nın ‘Uçaktan Korkanlar Programına’ katılarak yendi.
TRT televizyonunun yayına başladığı 1968 yılından itibaren, değişik dönemlerde TRT’de, kuruluş dönemlerinde de NTV ve TV8 televizyonlarında röportajlar yaptı, programlar hazırlayıp, sundu.
1987-1992 yıllarında İstanbul Üniversitesi Basın Yayınlama Yüksek Okulu’nda ve 1992-2000 yıllarında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde verdiği gazetecilik konusundaki derslerini 2000’li yılların başında Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde sürdürdü.
Sağlık Durumu Eğitim Vakfı’nda 1989 yılından buyana Mütevelli Heyeti üyeliği, Başkent Üniversitesi’nde ise, 2000 yılından buyana Mütevelli Heyeti üyeliği görevlerinde bulundu.
1998 yılında İnkılap Kitabevi’yle ortaklaşa yayımlamaya başladığı ve 2000 yılından daha sonra yayımını Başkent Üniversitesi Kültür Yayını kimliğiyle sürdürdüğü “Tüm Dünya” dergisinin, yayıma başladığı tarihten öldüğü 2016 yılına değin Yayınlama Genel Yönetmenliğini yaptı.
Mete Akyol, Başkent Üniversitesi’nin yine bir kültür hizmeti kuruluşu olan Kanal B Televizyonu’nda yayın denetimcisi görevi yaptı ve bu televizyonda her pazartesi “Bilmek Lüzum” adlı bir şöyleşi programı hazırladı ve sundu.
24 Ocak 2015 tarihinde basında birincil imzalı birincil röportajının yayımlandığı 22 Ocak 1955 tarihinin 60. yıldönümünde, Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yaşam Boyu Gazetecilik Galibiyet Ödülü” verildi.
Mete Akyol’un yayımlanmış 5’i gazetecilik deneyimlerini aktardığı yedi kitabı vardır.
Mete Akyol, 1964 yılında Gülçin Akyol ile evlendi. Ufuk adında bir oğlu ve Barış ve Güneş adında iki torunu vardır.
Mete Akyol, 3 Kasım 2016 tarihinde istanbul’da 81 yaşında ölmüştür.
Kitapları :
2008 – Bir Başkadır Benim Mesleğim
1994 – Aynen Naklen
1994 – Gazetecinin Gözünden, Gazetecinin Yüreğinden
1991 – Yazamadıklarım
1979 – Düzenzedeler
Şu Anda gelelim Mete Akyol’dan aktaracağımız bir gazetecilik öyküsüne :
1960 yılının Mayıs ayı. Öykünün kahramanları dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve Hindistan‘ın o dönemki Başbakanı Nehru. Pandit Cevahirlal Nehru, Hindistan Milli Kongresi’nin kayda değer siyasi üyelerinden biri. Hindistan’ın serbest hareketi sırasında önemli bir figür ve Hindistan’ın ilk başbakanı.
Onun 21 Mayıs 1960 günü Ankara‘ya geleceğini öğrenir Mete Akyol. Ortam gergindir. Gençler yollarda yürümektedir. İktidara karşısında direnmektedir. Hergün caddelerde “Hükümet istifa”, “Menderes istifa” sloganları atılmaktadır. Menderes ve Halkçı Parti de iktidarın 10’uncu yılının kutlamalarına hazırlanmaktadır.
13 Mayıs’ta Nehru’nun geleceği belirli olunca genç gazeteci Mete Akyol’un aklına bir gazetecilik kurnazlığı gelir. Güvenlik üçüncü Şube Müdürü rahmetli Kenan Koç’a gider.
Bu bölümü Mete Akyol’dan dinleyelim:
“Kulüp 47’nin şef garsonu Hidayet’e bir telefon edebilirsen, fazla makbule geçer Kenan abi, dedim. Kendisi ile işim var da.
Kenan Koç. Telefon numarasını çevirirken, Şef garson Hidayet’le ne işim olduğunu sordu.
‘Abi, sen zaten yarınki önlemlerle meşgulsün, diğer taraftan benim bu kolay işimle yorma kafanı’ dedim. ‘Sen Hidayet’e benim kendisine gideceğimi ve işimi halletmesini söyle, yeter.’
Kenan Koç’un telefonundan yarım saat daha sonra Kulüp 47’ye gittim, şef garson Hidayet Beyi buldum.
‘Emniyet Müdürlüğü’nden geliyorum’ dedim, ‘Sayın Müdürüm Kenan Koç yolladı beni’
‘Sayın müdür bey emretti, tabii bize de onun emrini yapmak düşer’ dedi. ‘Buyurun nedir benimle olan işiniz?’
Ellerimi ovuşturarak ve sesimin tonunu alçaltarak yanıtladım sorusunu:
‘Haftaya yani ayın 21’inde, Hindistan Başbakanı Sayın Nehru geliyor, biliyorsunuz’ dedim. ‘Kendilerinin ikamet edecekleri Hariciye Köşkü’nde tüm ziyafetler, malumunuz, sizin restoran kadar hazırlanacak, tüm hizmetler sizin tarafınızdan karşılanacak.’
Hidayet Bey yüzüme dikkatle bakıyor, sözü nereye getireceğimi merak ediyordu. Ben de devam ettim:
‘Nehru geldiğinde Hariciye Köşkü’nde görevlendireceğiniz garsonlarınızın aralarında bende olacağım” dedim.
Hidayet Bey, hele o yıllarda öyle de genç olan yüzüme daha bir dikkatle baktı:
‘Bugüne kadar nerelerde çalıştınız yavrum?’ diye sordu.
O dakikaya kadar olduğu gibi o dakika da yalan söylemedim:
‘Ben garson değilim, efendim’ dedim, hafifçe gülerek.
Hidayet Bey eliyle sırtımı sıvazladı:
‘Afedersiniz, birdenbire uyanamadım’ dedi. ‘Hemen anladım. Kulüp 47, ben ve arkadaşlarım emrinizdeyiz. Emniyetimize yardım etmek hepimizin ulusal görevidir. Hele böyle alıngan günlerde. Biz ayın 20’sinde ekibimizi Köşk’e yerleştirmiş olacağız. Siz isterseniz ertesi gün katılabilirsiniz bize.’
Hidayet Bey, smokinim olup olmadığını sordu.
Ezile büzüle ‘maalesef’ diyebildiğimi görür görmez sırtımı bir kere daha sıvazladı:
‘Merak etmeyin. Ekibe katıldığınız gün ben sizin için bir smokin tedarik etmiş olurum’ dedi.”
Mete Akyol smokin içinde dört dörtlük bir garson olarak servise çıkmıştır. Anlatıyor:
“Dışişleri Köşkü’nde, Nehru’ya ‘güzel geldiniz’ dediğimde adamcağız beni özel hizmet için görevlendirilmiş bir garson sandı, doğal ve yasal olarak. O nedenle benden rahatlıkla portakal suyu istedi. Bir çırpıda alt kata indim ve şef Hidayet Beyi bulup, konuğumuzun portakal suyu emrettiğini söyledim.
‘Siz zahmet etmeyin, Mete Bey’ dedi şefimiz. ‘Bir arkadaşımız üstteki kata çıkarır, size getirir, sizde konuğunuza ikram edersiniz.’
Nehru’nun bütün özel hizmetlerini bu yöntemle yaptım. Oda hizmetlerini başarıyla yaptım fakat deneyimsizliğim, bir gün sonraki resepsiyonda beni baskı durumda bıraktı.’
Sekiz, on bardaktaki içecekleri taşımak her babayiğidin harcı değil. Mete Akyol iki bardağı devirdi. Şef Garson Hidayet onu kanepe servisi yapmakla görevlendirdi.
Akyol elinde tepsiyle gezerken gazetenin foto muhabiri Asaf Uçar da onu takip etti. Ne yapıp edip salona sızacak ve Mete Akyol’un iki kare fotoğrafını çekecekti.
Topluluk içinde birbirlerini tanımadan Hindistan Başbakanı Nehru’ya yaklaştılar. Nehru, o sırada Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu‘nun eşi ile hararetli bir konu görüşüyordu. Asaf Uçar makinasını hazırladı, konuşlandı. Mete Akyol tepsiyi uzattı:
– “Size bu lezzetli şeylerden ikram edebilir miyim, ekselansları” dedi.
Nehru kırmadı beni. Kendisine sunar gibi yaptığım, sahiden Asaf’a göstermeye çalıştığım tepsiden bir kanepe alırken… Bir flaş yandı ve söndü. Bugünkü deyimle işlem tamamdı.”
Asaf Uçar’a kaş-göz hareketi yaparak, Başbakan Menderes’in bulunduğu yere gideceğini anlatır. Asaf hazırdır, tepsi yeniden uzatılır.
“Sayın Başbakanıma bu tepsiden bir ikramda bulunabilir miyim” der. Bir garsonun kendisine böylesine samimiyetle ve sıcaklıkla konuşması Menderes’i ayrıca şaşırtır, ayrıca de fazlasıyla memnun eder:
– Sen ne şeker şeymişsin böyle, der.
– Teveccühünüz Sayın Başbakanım, diye karşılık verir.
Menderes daha da keyiflenir:
– Senin dilin de böylece tatlıymış, der.
Meye Akyol bu sözüne karşılık veremez. Çerkez gelini gibi kıpkırmızı kesildiğini anlatır kitabında, başını öne eğdiğini de.
Başbakan kanepe almaz lakin elindeki kadehin dibinde kalan son yudumu alır ve anlamsız kadehi uzatır:
– Sen bana onlardan yok de, hadi bakiiim, bundan bir tane daha getir, der.
Bütün o sırada Asaf’ın flaşı yanar, söner.
İşlem tamamlanmış fakat Başbakan sipariş vermiştir. Gazetecilik unutulur bir lahza. Hizmet etme aşkı depreşir.
Başbakan Menderes’e alkol getirilecektir. İyi hoş da Başbakan ne içmektedir, Mete Akyol nerden bilsin. Yanaşır, içtenlikle sorar:
– Fazla afedersiniz sayın Başbakanım. İçtiğiniz içkinin adını da emrederseniz, derhal gidip getireceğim efendim.
Başbakan Menderes keyifli ama son derece kibar bir kahkaha atar:
– Sen yenisin galiba yavrucuğum, der. Sonradan:
– Bir içkiyi renginden, tadından ve kokusundan önce, kadehinden tanımayı öğrenmelisin, der ve devam eder:
– Elimdeki bardak, bir martini kadehidir. Hadi bakiiim, hemen bana bir martini daha getir.
23 ve 24 Mayıs 1960 tarihli gazetelerde yayımlanan “Dışişleri Köşkü’ndeki Garson” röportajını iki güzel fotoğraf süslüyordu. Bu iki resim Mete Akyol‘un gazetelerde yayımlanmış birincil fotoğrafıydı.
Mete Akyol için ilk fotoğraftı, Adnan Menderes‘i ise halkıyla Başbakan olarak vedalaştıran son fotoğraftı. 27 Mayıs 1960 günü öğlene dürüst, Etimesgut Askeri Havaalanı’nda, sten tabancalı askerler aralarında uçaktan indirilen fotoğrafı da Yeni Sabah Gazetesi’nde yayımlandı.