Nuri İyem
Nuri İyem Biyografisi
Türk fotoğraf sanatının en büyük ustalarından biri olan Nuri İyem, Türk Cumhuriyet tarihinin toplumsal, siyasi ve kültürel değişimine tanıklık etmiş ve bu ilerlemeye katkıda bulunmuş, dumadan üretmiş Türk sanatına yeri dolduramayacak eserler vermiştir.
1915 yılında İstanbul‘da doğan sanatçı, resme minik yaşlarda duvarlara kömür kalemle yaptığı çizimlerle başladı. Sıhhat memuru olan babasının görevi dolayısıyla çocukluğunu Anadolu‘nun ayrı şehirleri dolaşarak geçirdi. İlkokulu Mardin‘de tüketen ressam ortaokulda İstanbul’a geldi. Önce Vefa gerisinde da Pertevniyal Lisesine kaydoldu. Resim tutkusu da bu yıllarda başladı. Hatta fotoğraf aşkı yüzünden derslerden geri kalan sanatçı, ailesinin onun doktor olmasını istemesine karşın en sonunda Akademiye kaydoldu. Yaptığı çalışmaları, o yılların en önemli sanat etkinliği olan Galatasaray sergilerinde, resimlerini hayranlıkla izlediği Nazmi Ziya’ya göstermiş ve onun teşvikini de aldıktan sonradan hiç tereddüt etmeden kaydını yaptırıp derslere başlamıştı. Devrin diğer büyük ressamları gibi Nazmi Ziya, Hikmet Onat, Çallı ve Levy‘nin öğrencisi olan genç ressam, aynı zamanda Feyhaman Duran, Namık İsmail gibi diğer akademi hocalarının fikirlerinden yararlanmaktan geri kalmadı ve Sanat Tarihi, Estetik ve Mitoloji dersleri veren Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın, önünde açtığı geniş ufukla entellektüel kimliğini buldu. Ahmet Hamdi’nin hafıza yapısı onun şu satırlarında belirli olur: “Geniş yaşam önümüzdeki bin başlı bir muamma gibi duruyor. Onu çözdükçe kendimizi bulacağız; reel şahsiyette, bağımsızlık san’ata kavuşacağız. Ağaç güneşte serpilir, ama toprağın derinliklerindeki kökü ile beslenir. İnsanoğlu kendi ferdiyetini bile ancak içinde yaşadığı cemiyetle algılama eder.”
İyem’in yıllar sonradan yazdığı ve Yeditepe’de yayınlanan ‘Sanatçımızın Kaderi’ isimli bir makalesinde bile Ahmet Hamdi’ye gönderme yapması, bu büyük edebiyat ve düşün adamının onun üzerindeki kalıcı etkisini açık bir şekilde ortaya koyar: “Yazık değil mi bunca çabaya? Bunca masrafa? Bunca emeklere? Bunca teşkilatı bir takım adamlara maaş saptamak için mi kurmuşuz? Bütün bunlar ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ müdürler?”
Akademideki öğrenimini bitirdikten sonradan askerliğini de tamamladı ve Giresun‘da atama yaptı. 1940 yılında, dört sene daha sonra ilk mezunu olacağı yeni açılan yüksek bölümünü tamamlamak üzere yeniden Yüksekokul’ye girdi.
Sanat hayatı epeyce hareketli oysa siyasi hayatrı sorunlu bu yıllarda özel sergiler aralıklı düzenlenebiliyor, bu da olduça şiddet bürokratik işlemlerden geçiriliyordu. Nuri İyem, Avni Arbaş, Selim Turan, Fethi Karakaş, Mümtaz Yener, Turgut Atalay, Haşmet Akal, Ferruh Başağa ve Agop Arad gibi 20’li yaşlardaki bir grup genç sanatçı, büyük çabaların sonunda Mayıs 1941’de İstanbul Beyoğlu Matbuat Müdürlüğü salonlarında iki taraflı bir gaye ve görüş çerçevesinde biraraya gelerek bir sergi açtılar. Halkın arasına girmek, onların fikir ve yaşayışlarını paylaşarak sanatsal üretimlerini gerçekleştirmek amacını içeren bu sanatçılar, İkinci Dünya Savaşı‘nın bunalımlı ortamında sanatlarına toplumsal realist bir yön vermişlerdir. D Grubu‘nun şekilciliğine ve Anadolu’dan kopuk fotoğraf anlayışına aleyhinde meydana çıkan toplumsal içerikli resimleriyle halkla bütünleşmeyi amaçladılar ve bir ölçüde de başarılı oldular. Liman sergisi adı bahşedilen bu etkinliğin peşinde Yeniler adı altında birleşen sanatçılar, özellikle Yüksekokul dışındaki yazar ve sanatçılardan yardım gördüler. Yeniler, bir ressam olarak varolmanın yolunu sanat anlayışları ve toplum gerçekleri aralarında bir orta yol çizerek bulmaya çalıştılar.
İyem Yeniler Grubu dağılana değin düzenlediği bütün sergilere katıldı, sırası gelmişken bir zaman Resim- Heykel Müzesi’nde Halil Dikmen‘in yardımcısı olarak çalıştı. Burada, Türk resminin birincil dönem ustalarını da tanınma fırsatı buldu. Özellikle de Hoca Ali Rıza’ya hayranlık beslemekteydi: “Açıkçası ya, Türk resmi uzun yıllar seyircisiz kaldığı için, toplumsal yaşama katılmada emekledi durdu. Kendi payıma Öğretmen Ali Rıza’yı, Türk resmini Halk’a dürüst götürmekteki uğraş ve başarılarından ötürü, keza seviyor ve sayıyorum.”
Sanatı topluma empoze etmekten çok, toplumun içinden çıkan bir sanat anlayışını benimseyen sanatkâr, dur durak bilmeden üretmiş Anadolu halkına sanatı sevdirmek için tüm benliğiyle uğraşmıştır. Bu amaçla halka gelmek için 1946 yılında Beyoğlu’nda Ada (mobilya) mağazasında açtığı ilk sergi ve 1950’li yıllarda Maya Sanat Galerisi’nde düzenlenen diğerlerinin arkasında bugüne kadar yapıtlarını bir fazla defa sergilemiştir.
1950’li yıllarda soyut anlayışta eserler veren sanatkâr 1960’larda figüratif resme geri dönerek, Anadolu insanını, onların yaşamını, iç dünyasını, köyden kente göç edenleri ve gecekondu yaşamını anlatmıştır. Bereketli topraklarıyla ve medeniyetler doğuran özelliğiyle; Anadolu’yu bir kadın olarak algılamış ve ürettiği bayan portrelerinde, iç dünyanın aynası olan gözlerin ışığında, bir parçası olduğumuz toplumu tüm gerçekliğiyle yansıtmıştır.
19 Haziran 2005 yılında hayatını kaybeden büyük usta, altı bini aşkın resme imza attı.