Paul Verlaine
Paul Verlaine Biyografisi
Simgecilik (Sembolizm) akımının ve modern Fransız şiirinin öncülerindendir.
Paul Verlaine, 30 Mart 1844 tarihinde Metz, Fransa’da doğmuştur. Yirmi yaşına kadar zengin bir subay olan babasının yanına yaşadı. Ortaöğrenimini Paris‘te yaptı. Düzenli bir öğrenim görmedi, lise yaşamından sonradan memuriyete başladı. On dört yaşındayken günümüze ulaşan ilk şiiri “La Morf’u (Ölüm) Victor Hugo‘ya gönderdi. 1862’de bakaloryayı büyük bir başarıyla verdikten daha sonra Paris‘te bir sigorta şirketinde çalışmaya başladı.
Paul Verlaine, bir yandan da şiir yazıyor, edebiyatçıların devam ettiği kahvelere, salonlara gidiyordu. Buralarda önde gelen Parnasçı şairlerle, keza Stéphane Mallarmé, Auguste Villiers de l’Isle-Adam ve Anatole France gibi dönemin başka yetenekli yazar ve şairleriyle tanıştı. Şiirleri, edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başladı.
İlk basılan şiiri 1863 yılında “Monsieur Prudhomme”du. Üç yıl daha sonra yayımlanan, Parnasçılar şairlerinin yapıtlarının toplandığı Le Parnasse comtemporain (1866-1876, 3 deri; Çağdaş Parnasçılık) adlı antolojinin birincil cildinde Verlaine’in de sekiz şiiri bulunuyordu. Böylece 1866 yılında Le parnasse contemporain (Çağdaş Parnas) adıyla yayınlanan derlemede yer aldı. 1871 yılında Paris‘e giderek Parnasçılarla tanıştı. Bir zaman sonra bu akımdan ayrılıp sembolist şiirler yazmaya başladı.
1866 yılında ilk şiir kitabı Poemes saturniens’i yayımlandı. Charles Baudelaire ve Leconte de Lisle‘i ustalıkla taklit ettiği kitapta aşk ve hüznü güzel bir biçimde dile getirmiştir. Bu şiirlerin, başkasıyla evlenen ve 1867’de ölen kuzini Elisa’ya yazıldığı sanılır.
1869 yılında yayınladığı Les Fêtes Galantes (Çapkın Törenler) adlı ikinci şiir kitabında İtalyan commedia dell’arte’sindeki ve 18. yüzyıl ressamları Antoine Watteau ve Nicolas Lancret ile çağdaşı Adolphe Monticelli‘nin doğa resimlerindeki görünüm ve kişileri çağrıştıran imgelerin ardında, kişisel duygularını örtük biçimde dile getirmiştir.
Paul Verlaine, 1870 yılında 26 yaşında iken 17 yaşındaki Mathilde Mauté de Fleurville ile evlendi. 1871 yılında Arthur Rimbaud ile tanıştı. 6 Temmuz 1871 tarihinde hamile eşini terk ederek şair Arthur Rimbaud ile eşcinsel ilişki yaşamaya başladı. 1885 yılında eşinden boşandı. Georges Verlaine adında bir çocuğu vardı.
1871 yılında Paris Komünü kurulunca Paul Verlaine orada basın görevlisi olarak çalıştı. sırası gelmişken Mathilde’yle evlenmiş (1870), lakin aile yaşamına bir türlü düzen sağlayamamıştı. Bu uyumsuzluk. Eylül 1871’de evlerinde kalmaya gelen, kendinden 10 yaş genç şair Arthur Rimbaud‘ya duyduğu arzu yüzünden daha da arttı.
Arthur Rimbaud ile birlikte Fransa, Brüksel ve Londra‘da gezgin, bohem, sefih ve serseri bir yaşam sürdürdüler. Aralarında çıkan bir kavga sonrası kendisinden ayrılmak isteyen Arthur Rimbaud’yu Brüksel‘de bir tabanca kurşunu ile yaraladı. Bunun üstüne iki sene hapis cezasına çarptırıldı.
Daha Sonra 1874 yılında Romances sans paroles’da (Sözsüz Romanslar) toplanan izlenimci şiirlerini bu sırada yazmaya başladı. Verlaine ile Rimbaud eylülde Londra‘ya ulaştılar. Orada sürgündeki komüncülerle karşılaştılar. Verlaine, Fransız edebiyatında benzerine zorlama rastlanır bir müzikalitesi olan ve prozodi bakımından en denek şiirlerinden bazılarını taşıyan Romances’ı orada tamamladı. Kitaptaki şiirlerin birçok manzaralar ya da pişmanlıklar üzerineydi, bazıları ise karısına sövgülerle doluydu. Kitap 1874’te arkadaşı Edmond Lepelletier tarafından yayımlandı. Bu sırada Verlaine Brüksel‘de Mons Hapishane’nde yatıyordu.
Cezaevi yaşamı, vicdan azabı duygusu ve okuduğu dinsel kitapların (cezaevinde William Shakespeare ve Charles Dickens‘ı da inceledi) etkisiyle sonra inanç dünyasındaki savruluşları dine sarılarak dindirmeye çalıştı. 1874’te Katolikliğe yakınlaştı.
1875 yılında hapisten çıktıktan sonra Trappist tarikatının ilkelerine bağlanıp tam bir rahip gibi yaşamayı denediyse de kısa vakit sonradan Arthur Rimbaud‘yu bulmaya Stuttgart‘a gitti. Onun göre sert bir biçimde geri çevrilince İngiltere‘ye gitti ve bir yıldan uzun bir vakit orada Fransızca ve resim dersleri vererek yaşamım sürdürdü.
İngiltere‘de, ağırbaşlılığı ve dindarlığıyla Anglikan yazarların, ayrıca şair Alfred Tennyson ve Algernon Charles Swinburne‘ün hayranlığını kazandı. 1877 yılında Fransa‘ya döndü. Önceki yapıtları gibi kendi parasıyla bastırdığı Sagesse’deki (1880; Akıllılık) şiirlerin birçok bu dönemin (1873-1878) ürünüydü. Bu şiirler Katolik inancının doğaüstü şiirsel anlatımlarının yanı sıra kendi hissi serüvenini de yansıtıyordu.
1880 yılında en sevdiği öğrencisi Lucien Letinois ve onun ailesiyle birlikte bir çiftlik işletmeye kalkıştı, ama başarılı olamadı. Başarısız bir çiftlik işletmeciliği sonunda Paris‘e yerleşti.
1883 yılında Lucien Letinois‘in, 1886 yılında da çok sevdiği annesinin ölümü, ayrıca eşiyle barışma girişiminin sonuçsuz kalması üzerine yeniden serseri bir yaşam sürmeye başladı. İçkiye artan bir şekilde daha bağımlı ülkü geldi, sık sık hastanelerde yattı. Bundan Böyle olumlu ve negatif yönleriyle ünü iyice yayılmıştı. Geçinmek için yazmayı sürdürdü, lakin şiirinin eski gücü kalmamıştı. Paris‘teki yaşamı bitmiş serserilikle kira odaları, düşünce hastaneleri arasında yalnızlık ve mahrumiyet içinde geçti.
1893 yılında hayranlarından eleştirmen Arthur Symons‘ın yardımıyla İngiltere‘yi dolaşarak bir dizi konferans verdi. Makaleleri ve şiirleri Fortnightly Rewiew ve The Senate dergilerinde yayımlandı.
Hayatının sonuna kadar içki ve uyuşturucudan kendisini kurtaramayan Paul Verlaine, dikkate değer eserler yarattı. Şiirde düş dünyasına, doğanın sanki parlak, renkli görünümüne yöneldi. Fransız şiirine o güne değin rastlanmayan yeni bir hava, canlılık ve bir musiki getirdi.
Paul Verlaine, 8 Ocak 1896 tarihinde Paris, Fransa’da 52 yaşında ölmüştür.
1995 yılında yönetmenliğini Agnieszka Holland’ın yaptığı orijinal adı Total Eclipse olan Tutkunun Şairleri adlı filminde şairler Arthur Rimbaud ile Paul Verlaine‘ın eşcinsel hayatı, Paris‘te ve Brüksel seyahatleri sırasında yaşadıkları anlatılır. Filmdeki Arthur Rimbaud rolü için River Phoenix düşünülmüştü. Lakin River’ın zamansız ölümünden sonra bu rol için Leonardo Di Caprio uygun görüldü. Paul Verlaine’yi David Thewlis canlandırdı.
Yazar Stefan Zweig’ın Verlaine’nin hayatını içe doğru incelediği “Paul Verlaine” isimli yaşam öyküsü çalışması “Bir Minik Hayalci Verlaine” ismiyle Burcu Yalçınkaya göre 2014 yılında Türkçeye çevrildi.
Eserleri :
1866 – Poèmes saturniens (Zuhal Şiirleri)
1869 – Les Fêtes Galantes (Çapkın Törenler)
1870 – Le bonne chanson (Tatlı Şarkı)
1874 – Romances sans paroles (Sözsüz Şarkılar)
1880 – Sagesse (Usluluk/Sakinlik)
1884 – Jadis et naguère (Bir Zamanlar)
1888 – Amour (Aşk)
1889 – Parallèlement (Yan yanlamasına)
1891 – Bonheur (Mutluluk)
1891 – Chansons pour elle (Ona Şarkılar)
1892 – Mes Höpitaux (Hastanelerim)
1893 – Mes Prisons (Hapishanelerim)
1893 – Odes en son honneur (Onuruna Şiirler)
1895 – Confessions, notes autobiographigues (İtiraflar, Otobiyografik Notlar)
1896 – Chair, dernières poésies (Tensellik, Şiirin Son Evresi)
1896 – Invectices (Sövgüler)
1955-1960 – Oeuvres complètes, (Bütün Yapıtları)
Paul Verlaine Şiirlerinden bazıları :
Bağ Bozumu :
Başımızdan bir şarkıdır yükselir
Belleğimizin yok olduğu an.
Kanımızın şarkısıdır duyulan
Oysa uzakta bir musiki gibi gelir.
Dinleyin bu kanımızdır dertli,
Ruhumuz bizi terkedip gidince,
O başlıca kadar işitilmeyen ince
Bir ses kazanç başlar başlamaz susan.
Ey şarap, kan; kızıl üzüm kanının
Kara damar şarabının kardeşi,
Kutsal iksirleri insanların.
Şarkı söyleyin, ağlayın, belleği
Ruhu atın; karanlıklara kadar
Acayip bedenimizi sürükleyin
Dans Edelim Gel
Gözlerini severdim en çok,
Gökteki yıldızlardan aydınlık;
bir parça da bitmiş çıkarak.
Dans edelim gel!
Ne halleri vardı, fiilen,
Bedbaht âşığı berbat eden
Onun için hoştu ya zaten.
Dans edelim gel!
Doldurulmadı hâlâ yeri,
Gülden ağzının öpücükleri
Kalbimde öldüğünden beri.
Dans edelim gel!
Dizi dibinde oturduğum
Zamanları hatırlıyorum;
Bu, işte bütün varım yoğum.
Dans edelim gel!
Çeviri: Orhan Veli Kanık
Hissi Söyleşi
Buz tutmuş o ıssız eski park içinden
İki hayaletti az önce kayıp geçen.
Gözleri sönmüş, çözülmüş dudakları,
Zorlama duyulur neler fısıldaştıkları.
Buz tutmuş o ıssız eski park içinde
Geçmiş günlerden söz etti iki gölge.
– Eski coşkumuzu anımsıyor musun?
– Ne diye anımsayayım istiyorsun?
– Yüreğini yine titretir mi adım,
Yine girer miyim düşüne? – Yok canım!
– Ah o dudaklarımızın birleştiği
Anlatılmaz sevinç günleri! – Ola Ki.
– Gök masmaviydi, umut heybetli.
– Umut kaçtı kara göğe darma duman.
Böyle geçtiler yoz yulaflar içinden;
Yalnız geceydi sözlerini işiten.
Tercüme: Hüseyin Demirhan
Geçmiş Ola
Hâtıralar, ne istersiniz benden? .. Güz…
Durgun gökte ardıç kuşları uçuşmadalar,
Güneşten, ölgün ve soluk bir ışık vurmada
İçinde poyrazlar esen sararmış ormana.
Yapyalnızdık, yürüyorduk, türlü hulyalarda;
Saçlarımız ve düşüncelerimiz rüzgârda.
Çevirip hoş gözlerini bana “Hangisi
En güzel günün? ” diye sordu o billûr sesi.
Bir melek sesi kadar tatlı, pek derin.
Hafif bir gülümseyiş yanıt verdi sesine,
Öptüm ellerini, ibâdet edercesine.
-Ah! İlk çiçekler! Ne hoş kokuları vardır!
Ne dek şirin bir mırıltıları vardır
Sevilen dudaklardan çıkan ilk evet’lerin!
Tercüme: Orhan Veli Kanık
Gök Böylece Mavi
Gök böylece mavi, pek durgun,
Damlar üstünde!
Yeşil bir dal sallana dursun,
Damlar üzerinde!
Ürpertip gökyüzünü ansızın,
Bir çan tın tın eder.
Bir kuştur şu ağaçta öten;
Türküsünü söyler.
İşte yaşam! aç gözünü gör;
Bak ne kadar sade.
her günkü sâkin gürültüdür,
Şehirden gelmekte.
Ey sen fakat tekrar tekrar ağlarsın,
Döversin dizini;
Gel söyle bakalım ne yaptın,
N’ettin gençliğini?
Tercüme: Cahit Sıtkı Tarancı
Green
İşte yemişler, çiçekler, yapraklar ve dallar!
İşte kalbim, çarpıntısı yalnız senin için!
O bembeyaz ellerin kalbimi kırmasalar!
Bu minik armağanı dilerim güzel göresin.
Ben geldim işte, çiğlerle bezenmiş olarak;
Alnımda seher yelinin dondurduğu çiğler,
Yorgunluğumu alsam üçgenin taban olmayan kenarı ucunda bırak!
Düş etsem o tatlı demleri birer birer.
Bırak unutayım başımı taze göğsünde!
Hâlâ aklımda lezzeti son öpüşlerinin.
Uğurlu fırtınadan sonra sakin, asude,
Uyusam birazcık, madem uzanmış dinlenirsin.
Çeviri: Cahit Sıtkı Tarancı
Şiir Sanatı
Musiki, her şeyden önce musiki;
Onun için tekli mısradan şaşırma.
Kıvrak olur, erir havada sanki;
Ağır aksak söyleyişe yanaşma.
Kelime seçerken de meydan senin;
mahsus bir nebze aldanmalı.
Dumanlısı güzeldir türkülerin;
Böylece keza seçik olsun, ayrıca kapalı.
Güzel gözler tül ardında görünsün
Gün ışığı titremeli şiirinde
Ak yıldızlar maviliğe bürünsün
Ilgıt ılgıt sonbahar göklerinde.
Ararengin peşindeyiz çünkü biz;
Rengin değil, ararengin sadece.
Ancak o kadar sarmaş dolaş ederiz.
Kavalı boruyla rüyayı düşle.
Nükte belâsından kurtulmaya bak;
Acı akıl, sulu gülümseme neyine?
İşe karıştı mı bu tür sarmısak
Maviliğin yaş dolar gözlerine.
Tut belâgati boğazından, sustur
El değmişken bir zahmete daha gir.
Kafiyenin ağzına da bir gem vur
Bırakırsan neler yapmaz kim bilir?
Nedir bu kafiyeden çektiğimiz!
Hangi sağır çocuk ya deli zenci
Sarmış başımıza bu meymenetsiz,
Bu kof sesler çıkaran kalp inciyi?
Defalarca musiki, azıcık daha musiki;
Havalanan bir şey olmalı dize
Deli bir gönülden kalkıp gitmeli
Diğer göklere, başka sevdalara.
Dağılıp tuzu sabahleyin rüzgârına
Mısraların alsın başını gitsin
Kekik, nane kokaraktan, dört yandan…
Üstteki tarafı edebiyat bu işin.
Tercüme: Melih Cevdet Anday – Sabahattin Eyüboğlu
Yaş Dolar Yüreğime
Yaş dolar yüreğime
Yağan yağmur misali.
Nedir bu usanç söyle
Yerleşen canevime?
Ey tatlı yağmur sesi
Damlar üzerinde, yerde!
Bungun kalp hediyesi,
Ey yağmurun türküsü!
Nedensiz dolduruşu
Tiksinti duyan kalbi,
İhanet değil, ne bu?
Sebepsiz bir kuruntu.
Odur en fena dert
Bilmemek niçin’ini.
Ne bir kin, ne bir sevdâ,
Kalbimde bunca cefâ.
Tercüme: Ahmet NECDET
Takâtsizlik
Usluluk, usluluk, usluluk, ah, ne güzeldir!
Bırak azıcık dinlensin bu alevli arzular.
En hırslı anında bile sevdanın, ey yar
Kadın bizi ablaca terkedebilmelidir.
Öpsün yorgun tenimi uyku sersemi okşayışlar,
Sıcak soluğun, salınan bakışın kendimce bir
Git, uzun bir öpücüğün tadında değildir
Inatçı titreyişler, çılgın kucaklayışlar!
Fakat sen afacan çocuğum, diyorsun ama bana:
‘Yüreğinde tutkunun boruları çalmada! ‘
Aldırma sen borular bildiği gibi çalsın!
Alnını alnıma koy, ellerini elime
Yarın bozsan bile gel andiçelim seninle,
Ve ağlayalım sabaha değin, ey küçük çapkın!