Pier Paolo Pasolini
Pier Paolo Pasolini Biyografisi
İtalyan yönetmen, yazar, şair, senaryo yazarı. Faşizmin iktidarda olduğu bir dönemde dünyaya gelmesinin, yönetimin çarpıklıklarından rahatsız olmasında büyük etkisi vardır. Haksızlıkların, baskıların, faşizmin, sömürgeci düzenin, içsel ve düşünsel yozlaşmanın aleyhinde olmuştur ve yapıtlarında bu karşıtlığı dile getirmiştir. Komünist olması ve filmlerinin tutarsız niteliği dolayısıyla yapıtları çoğu kere resmi sansüre uğramış, kilisenin ve muhafazakar cevrelerin büyük tepkisini almıştır. Hayatı boyunca insanlığa boyun eğdiren her türlü otoriteye aleyhinde duran bir yönetmen, bir edebiyatçı ve bir felsefeci olmuştur. Alıngan konuları cesurca ele aldığı için hakkında birçok dava çözülmüş ve hukuki uyarı almıştır. Piyade subayı babasının faşist lider Mussolini’nin hayatını kurtardığı için meşhur olması ise anti-faşist kimliğiyle öne çıkan ve otoriteyle her daim çatışan aykırı sinemacının hayatındaki en büyük ironi olarak kabul edilmektedir. Marquis de Sade‘ın meşhur romanı Salo o le 120 giornate di sodoma‘yı anti-faşizm ekseninde beyaz perdeye uyarlamış, Decameron, Canterbury Tales, Arabian Nights gibi filmleriyle büyük akustik uyandırmıştır. Filmleri başyapıt olarak görülen İtalya‘nın en tartışmalı ve başarılı sanat adamı Pasolini, 1975 yılında alçakça planlanan bir cinayete kurban gitmiştir.
5 Mart 1922’de Bolonya, İtalya’da dünyaya geldi. Romagnalı abası piyade subayı Alberto Pasolini, annesi ise ilkokul öğretmeni Susanna Colussi‘ydi. 1921 yılında Casarsa‘da evlenen çift bir yıl daha sonra Bolonya’ya taşınmışlardı. Oğulları Pier Paolo’nun doğduğu dönemde faşizm iktidardaydı ve oldukça güçlüydü. Bu sebepten Pasolini’nin çocukluk yılları piyade subayı olan babasının görevi dolayısıyla sırasıyla Parma, Conegliano, Belluno, Sacile, Idria, Cremona‘da ve kuzey İtalya’da çoğu minik kasabayı gezerek geçti. Annesinin eğitimci olması Pasolini için büyük derecede etkili oldu. Zira Susanna Colussi şiir ve edebiyat aşkını oğluna da aşılamıştı. Pier Paolo’nun annesiyle arası oldukça iyiydi ama babasıyla sorunlar yaşıyordu. Yönetmen ailesiyle ilgili olarak daha sonra kendisiyle yapılan bir röportajda şunları söyleyecekti: İtalyan toplumunu yansıtan bir ailede doğdum; İtalyan kültürlerinin bir bileşkesi ve İtalyan bütünlüğünün sembolü. Babam fazla köklü bir Romagna ailesinden gelirken, annem orta derslik burjuvaziye peyderpey geçiş yapmış Frulyalı çiftlik sahibi bir ailenin kızıydı. Büyükbabamın akrabaları şarap üreticisiydi. Büyükannemler Piedmontese’li idi fakat Sicilya ve Roma ile de yakın ilişkileri vardı. Her gece akşam yemeği vaktini korkuyla beklerdim, babamın yine bir tatsızlık çıkartacağını bilirdim. Daha Sonra annemden kısa süreli bir ayrılık yaşamam bende nevrotik bir koşul yarattı. Bu nevroz beni huzursuz yapmakla kalmadı, bana aralıksız varlığımın nedenini sordurtan bir hal aldı. Annem doğum yapmaya gittiğinde gözlerimde şiddetli yanmalar hissetmeye başladım. Babam beni masaya oturttu, elleriyle zorla gözlerimi açtı ve Colirium döktü. Bu sembolik olayla birlikte artık babamı sevmeye devam etmem imkansız ayla geldi.Annem bana hikayeler okur, masallar anlatırdı. O benim Sokrates’imdi. Annemin dehşet derecede idealistik bir hayat felsefesi vardı. Kahramanlığa, yardımseverliğe, cömertliğe yürekten inanırdı. Ben tüm bunları ondan az daha patolojik bir şekilde servet aldım.
1925 yılında, Belluno‘da, Pasolini’lerin ikinci oğlu Guido Pasolini dünyaya geldi. Guido, derslerinde başarılı ve sporda oldukça kabiliyetli olan abisine büyük bir hayranlık besliyordu. Bu yüzden Pier Paolo ile ilişkileri tekrar tekrar iyi oldu. Pasolini, ilkokuldan sonra Conegliano ortaokuluna başladı ve bu dönemde Teta Velata adını verdiği bir metin yazdı. Bir zaman sonra uzunca bir dönem bulunacakları Casarsa‘ya yerleştiler oysa 1930’ların ortalarında baştan Bolonya’ya döndüler. Pasolini lise eğitimini tamamlayıp edebiyat üzerine öğrenim göreceği Bolonya Üniversitesi‘ne kaydolmuştu. Oysa zamanının çoğunu annesinin memleketi olan ve daha aşağı kültürle tanışıp epeyce etkilendiği, şiirler yazmaya başladığı yer olan Casarsa’da geçiriyordu. O dönemde ünlü sanat tarihçisi Roberto Longhi‘nden dersler de bölge Pasolini için bu deneyim yönetmenliğinde büyük rol oynayacaktı. Zira görsel tarz konusunda kendini geliştirme fırsatı bulmuştu. Üniversite yılları her tarafında Luciano Serra, Franco Farolfi, Ermes Parmi ve Fabio Mauri ile birlikte kurdukları grupla Academiuta di lenga furlana‘ni (Furlana dili akademiciği) yarattılar. Faşist rejime başkaldırıyorlar ve sıkça sol görüşlü gazete II Setaccio’da bir araya geliyorlardı. O dönemde Stroligut dergisine de katkıda bulunuyordu.
1943‘de İkinci Dünya Savaşı‘nın en sıcak günlerinde Livorno‘da askere alınan Pasolini, Almanlar’a silah teslimatı yapmayı reddettiği için ertesi gün askerden kaçtı. Bu yüzden ailesiyle birlikte savaşın etkilerinin daha eksik görüldüğü Versutta‘ya gitmeye karar verdi. Şubat 1945‘te Pasolini ailesi bir kayıp verdi. Savaşta yer alan Guido, Osoppo birliğinin diğer elemanlarıyla beraber Porzus‘ta katledilmişti. Pasolini ailesi Guido’nun ölüm haberini oysa savaş bittikten daha sonra öğrenebildi. Aile yıkılmıştı. Pasolini, yıllar sonradan Vie Nuove adlı komünist derginin 15 Eylül 1971 tarihli sayısında kardeşinin ölümü hakkında şu açıklamalarda bulundu:
Om ve ben Bolonya’dan çıkartıldık ve Fruili’de Casarsa’ya döndük. Kardeşim Pordenone’de yüksekokula başladı. 19 yaşında direnişçilere katıldı. Ben ondan birkaç yaş daha büyüktüm, antifaşizmi ona ben aşılamıştım, çok ufak yaşlardan beri içine doğduğumuz bu dünyanın gülünç ve abuk subuk olduğunun da farkındaydım. Ben daha Marks’ı bile okumamıştım, ancak bir takım arkadaşlarımız Guido’yu etkin direnişe sürüklediler. Birkaç ay sonra da Guido cephede savaşmak için dağlara çıktı. Graziani’nin herkesi silah altına çağırması, Guido’nun direnişe katılmak için motivasyonu ve anneme söylediği bahanesi oldu. Onu tren istasyonuna ben götürdüm, şiir kitaplarının altında bir silah saklıydı, kucaklaştık, bu onu son görüşüm oldu.Guido, dağlarda Yugoslavya ile Friuli arasında aylarca fazla sert çatışmalara katıldı. Venedik-Giulia hattındaki Osoppo birliğine kaydolmuştu. Garibaldi birliği de o bölgedeydi. Bunlar korkunç günlerdi. Annem, Guido’nun bir daha asla dönmeyeceğini biliyordu. Faşistlerle Almanlar arasındaki çatışmalarda şimdiye dek yüzlerce defa ölmüş olabilirdi; zira o zayıflığa veya boyun eğmeye pabuç bırakmayacak dek cömert ruhluydu. Lakin natürel oysa fazla daha trajik şekilde ölecekti.Venedik-Giulia hattı, Yugoslavya sınırındaydı ve bilindiği gibi o zamanlar, Yugoslavya bütün bölgeyi ilhak etmek istiyordu. Ama her ne dek sosyalist de olsa Guido tamamen İtalyan olan bu toprakların, Yugoslav milliyetçiliğine düşmesine razı gelemezdi. Buna tepki gösterdi ve savaştı.Onun ölümü bugün bile kalbimi acıtan bir şekilde gerçekleşti. Sahiden kendisini kurtarabilirdi. Arkadaşlarına ve komutanına yardım etmek için öldü, bugün hiçbir komünist partizan Guido’nun bu davranışını görmezlikten gelemez. Onunla gurur duyuyorum ve bulunduğum yolda onun hatırası, cömertliği ve tutkusuyla ilerliyorum.
1945 yılında Pasolini, Lirik Şiir Antolojisi konulu teziyle üniversiteden mezun oldu. Peşinde Friuli‘ye yerleşip, Udine yakınlarındaki Valvasone‘de lise öğretmeni olarak çalışmaya başladı. 1947‘de İtalyan Komünist Partisi‘ne yakınlaşan yönetmen, partinin haftalık dergisi Lotta y Lavoro’da yazmaya başladı. Bir süre sonra kültür ve edebiyat çevrelerinde adını duyurdu ve ölene değin dost kalacağı usta Zigaina ile tanıştı. Partide sekreterlik de yapan Pasolini faşist rejime karşı manifesto niteliği taşıyan ve az gelişmiş insanlar kitleleri üstünde kilisenin sahip olduğu hegemonyayı da kırmaya yönelik bir eylem olan diyalekt kullanımının yaygınlaşmasına katkıda bulundu. Oysa aktif olarak politik uğraş verdiği bu dönem kısa bir vakit sonradan sona erecekti. Zira Pasolini, 1949 yılında öğrencileriyle eşcinsel ilişki kurduğu yönündeki suçlamalar nedeniyle öğretmenlikten ve komünist partiden ihraç edildi. Ramuscello‘da üç çocuğa sarkıntılık etmekle suçlanan yönetmen çok güç duruma düştü. Hakkında çoğu dava açıldı ve keza sağ hem de sol görüşteki herkes ona karşısında hitabe aldı. 26 Ekim 1949 günü Komünist Parti’den resmi olarak atıldı. Pasolini kendini aklamaya çalışırken her şeyini kaybetti. Annesiyle de bir vakit arası açılan yönetmen uçuruma yuvarlanmış gibiydi ve Friuli’den firar etmek istiyordu. Sonunda annesiyle birlikte Roma şehrinin dışındaki varoşlara yerleşti ve yeni bir hayata başladı. Başlangıçta oldukça zorlanan Pasolini o dönemi şöyle anlatacaktı:
Roma’ya ta Friuli’den gelmiştim. İşsiz yıllardı, kimsenin beni tanımadığı yıllar. Hayatın benden beklediği gibi olamadığım için içsel bir nefret tarafından tüketilen, aralıksız olarak en ağır konular üstüne çalışıp kafa patlattığım, fakat kendimi tekrarlamaktan öteye gidemediğim yıllar. O iki-üç yılı her yerde katiyen yaşamak istemezdim. 50’lerin başında Roma’da annemle yalnızdım. Birkaç yıl sonradan babam da yanımıza geldi. O süre Piazza Costaguti’den Ponte Mammolo’ya taşındık. Aynı yıllarda Ragazzi di vita nın da ilk sayfalarını yazmaya başlamıştım. İşsizdim, ölümcül bir ümitsizlik içindeydim. Diyalektle şiir yazar başka bir şair, Vittori Clemente yardımıma yetişti ve ayda 25.000 liret maaşla Ciampino özel okulunda öğretmen olarak işe başladım.
Bu dönemde daha alçak-proleterler ve onları çevreleyen suç dünyasıyla ilgilenmeye başlayan yönetmen, bu temalarda yazılar yazıyordu. Varoşları anlattığı ilk kitabı “Ragazzi de Vita” ‘yla ilgileniyordu. Bir süre sonradan senaryo editörü olarak çalışmaya başlayan Pasolini, ağır ağır kendine gelmeye başlamıştı, suçlandığı dönemin etkilerinden kurtulmaya çalışıyordu. Kitaplarını yayınevlerine gönderiyordu. Pasolini bir yana da Anna Banti‘nin ve Roberto Longhi‘nin Paragone dergisi için İtalyan diyalektleriyle yazılı şiir antolojileri hazırlıyordu ve kitabı Raggazi di vita’nın birincil bölümü bu dergide yayımlandı. 1954‘te Monteverde Vecchio‘ya taşınan yönetmen, en manâlı diyalekt şiir seçkisi La meglio gioventu‘yu okuyucusuyla buluşturdu. Bir yıl ardından ise birincil kitabı Raggazi di vita nihayet yayımlandı. Okuyucu kadar beğenilmesine rağmen edebiyat çevresinin “Sıradan bir zevkin ürünü, muzır ve adice” olarak nitelendirdiği kitap yüzünden İçişleri Bakanlığı Pasolini’ye dava açtı ve kitap toplatıldı. Oysa önde gelen entelektüel ve yazarların çoğunun enerjik desteği ile aklanan yönetmen için bu yalnızca bir ilkti. Zira keskin ve başkaldıran üslubu daha da güçlenecek ve skandallara niçin olacak, resmi sansüre uğrayacaktı. Yeniden benzer dönemde, yönetmen öyle fazla iftiraya maruz kalıp, ucuz gazetelerde yer almaya başladı. Hakkında hırsızlığa destek ve yataklık, silahlı soygun gibi bir çok uydurulmuş itham bulunuyordu.
1957 yılında, Pasolini birincil sinema projesi için kalemini eline aldı. Fellini‘nin La notti di cabiria isimli filminin diyalekt kullanılan bölümlerini yazan yönetmenin adı jenerikte diğer senaristler Bolognini, Rosi, Vaccini ve Lizzani ile birlikte yer aldı. 1960‘daysa aktör olarak ilk deneyimini gerçekleştirdi ve II Gobbo isimli filmde rol aldı.
Giorgio Bassani, Maura Boligni gibi çoğu yönetmenle egzersiz fırsatı bulan Pasolini, birincil filmi için 1961‘de kamera arkasındaydı: Accattone. sonra Mamma Roma ve Ro.Go.Pa.G. geldi. İlk filmlerini gerçekçi dönemde çekmemesine rağmen akımdan etkilenmiş gibiydi. Ancak Kral Oidipus ve Medea gibi mitolojik temalar taşıyan filmler de yönetmiş olan Pasolini ağırlıklı olarak acemi oyuncular, doğal mekanlar kullanmış, diyalekte geniş yer vermiş ve bu yüzden realizme daha fazla yaklaşmıştı.Yaşam üçlemesi adını verdiği filmlerinden ilki Decameron’u çektiğinde siyasi ideallerini gerçekleştirememenin ve emekçi sınıfını kurtaramamanın imkansızlığını anlamıştı. Bu üçleme onun için düş içinde düşten ibaretti. Sistemin herşeyi kirlettiğini ve düş görmeyi bile yasakladığını düşünüyordu ve üçlemesinde düşsel öğelere yer vermişti. Fakat son filmi Salò o le 120 giornate di Sodoma, faşizmi büyük bir çıplaklıkla gözler önüne seriyor, tüm iğrençlikleri olduğu gibi yansıtıyordu. Oldukça rahatsız edici bulunsa da eleştirel bakış açısı sebebiyle film bütün zamanların en manâlı filmlerinden biri olarak kabul edildi.
2 Kasım 1975 günü şair, film yönetmeni ve amansız muhalif Pier Paolo Pasolini, Ostia’daki bir inşaat şantiyesinde ölü olarak bulundu. Olayla ilgili olarak Pelosi adlı 17 yaşındaki emekçi bir genç gözaltına alındı ve suçunu itiraf etti. Yönetmen feci halde dövülmüş, sonrasındaysa kafasının üzerinden arabayla geçilmişti. İdeolojik ve dini görüşleri sebebiyle öldürüldüğü düşünüldü ve cinayetin arkasındaki güçlerle ilgili araştırmalar başlatıldı. Oysa Pasolini’nin ölümü de en az hayatı değin anlaşmazlığa neden olan olmuştu ve son nokta konulamadı. 1995 yılında Marco Tullio Giordano kadar çekilen “Pasolini: Bir İtalyan Suçu” adlı bir filmde cinayetin İtalyan makamlarınca gerçekleştirilmiş olduğu düşünesine maddesel olarak yer verildi.