R

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Rıza Tevfik Bölükbaşı Biyografisi

Hece vezninde yazdığı şiirlerle tanınan Rıza Tevfik Bölükbaşı, felsefeye merakı sebebiyle Feylesof Rıza olarak anılırdı.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, 1869 yılında Cisri Mustafapaşa, Bulgaristan’da (o yıllarda Edirne vilayetine ast bir kaza; günümüzde Bulgaristan’ın Hasköy iline yan Svilengrad ilçesi) doğmuştur. Babası, Öğretmen Mehmed Tevfik Efendi, annesi Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul‘a getirilmiş bir Çerkez kızı olan Münire Bayan’dır. İlk tahsiline dört buçuk yaşında iken doğduğu kasabada başlar. Kaymakamlık görevinden istifa ederek İstanbul’a gelen babasının Türkçe derslerini verdiği bir Musevi Okulu olan Sion Mektebi’nde tahsiline devam eder. Burada Fransızca ve İbranice’yi öğrenir. Daha Sonra Beylerbeyi ve Davut Paşa Rüştiyelerine devam ederse de 1879 yılında babasının İzmit Savcı yardımcılığına ödev edilmesi üzerine tahsili yarım kalır. İzmit’te ailece sıtma hastalığına yakalanırlar; yedi ay daha sonra annesi bu hastalıktan ölür. İstanbul‘a geri dönerler Babası, Nergis Eda isimli bir hanımla evlenir. İzmit’den dönüşlerinden kısa bir vakit sonradan 1882 yılında babasının benzer görevle Gelibolu‘ya Savcı yardımcılığına tayini çıkar.

Gelibolu’da bir Ermeni mektebinde devam etti; arkasında Rüşdiye’ye devam eden Rıza Tevfik Bölükbaşı, buradan birincilikle mezun olur. Gelibolu günleri onun için unutulmaz hâtıralarla doludur. Şiirle ilgisi o günlerde başlar.

1884 yılında Gelibolu‘dan İstanbul‘a gelerek Galatasaray Sultanîsi‘ne parasız yatılı olarak kayıt olur. Haylazlığı yüzünden iki sene defalarca sınıfta kalınca yeniden Gelibolu’ya döner. Bir yıl sonradan 1887 yılında babası, Rıza Tevfik’i, İstanbul’a getirerek Mülkiye Mektebi’ne kaydettirir. 1891 yılında babası vefat etti. O sene ihtilalcilikle suçlanarak bazı hocalar ve öğrencilerle birlikte okuldan çıkarıldı.

Doktorluk mesleğine ilgi duymadığı hâlde eğitimine devam olabilmek için Tıbbiye’ye girdi. Öğrencileri etrafına toplayıp Namık Kemal‘in hürriyet şiirlerini okuması; cumhuriyet hakkında konuşmalar yapmaya başlaması bu okuldan da uzaklaştırılmasına sebep oldu, oysa Umumi Mektepler Nazırı Mustafa Akıllı Paşa’ya yazdığı bir dilekçe bir uçtan bir uca okula geri dönebildi. Ertesi yıl Sirkeci’de bir kahvede bağımsızlık, yargı ve hükûmet şekilleri üstüne yaptığı bir tavır sebebiyle hapsedildi; bu kere da Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’nın aracılığı ile hapisten kurtulup Tıbbiye okuluna dönebildi.

1897 yılında Tıbbiyenin son sınıfında iken Abdülhamit II’in iradesiyle, 1897 Türk-Yunan Muharebesi’nde zarar görmüş askerleri Manastır’dan İstanbul’a nakleden seyyar bir hastanede Fahri Paşa’nın yanına stajyer doktor olarak çalıştı.

Tıbbiyeden ancak 1899’da doktor olarak mezun olduktan sonra Cenab Şahabeddin’in yardımıyla Karantina İdaresi’ne hekim olarak atama edildi. Ayrıca İstanbul Gümrüğü’nde Eczâ-yı Tıbbiyye müfettişliğine getirildi. Bir vakit sonra Cem‘iyyet-i Mülkiyye-i Tıbbiyye’ye üye seçildi. Bu görevleri 1908 yılına kadar sürdü.

Mal Varlığı-i Fünun Edebiyatı’nın kuruluş yılları olan 1895‘ten itibaren devrin edebî dergilerinde Abdülhak Hamit Tarhan etkisi altında aruz vezniyle şiirler yayımladı. Esas şöhretini 1913‘cilt sonra yayımladığı şiirlerle kazandı. Millî edebiyatın oluştuğu bu dönemde hece vezni ve kısmen sade Türkçe ile şiirler yazdı; divan, koşma ve nefes tarzındaki şiirleriyle bir dönemin halk müziği edebiyatının canlanmasına tezgâhtar oldu.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Rob Halford

1907 yılında, o dönemde sıcacık bir cemiyet olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne; 1881 yılındaki Yıldız mahkemesinde Osmanlı padişahı Abdülaziz‘i öldürmek suçuyla yargılan Mithat Paşa‘nın avukatlığını yapan Manyasizade Refik Bey’in ısrarıyla girdi.

24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet bildiri edildiğinde Rıza Tevfik Bölükbaşı, Selim Sırrı Tarcan ile birlikte İstanbul’da beygir üzerinde dolaşıp nutuklar vererek halkın galeyanını teftiş altına almada başarılı oldu. Devrim günleri baştan başa kocaman cüssesi ile de nam salan Rıza Tevfik Bölükbaşı, Dersaadet‘in en etkin kişileri arasına girdi ve kendisine siyaset yolu açıldı. Genel seçimde Osmanlı parlamentosuna Edirne mebusu olarak girdi.

1908’li yıllarda ise Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası’nın kurucuları aralarında yer aldı ve bu dergide farklı alanlara yönlendirilmiş yazılar yazdı.

1909’da İngiliz Parlamentosu’nun davetlisi olarak Talat Paşa başkanlığındaki bir heyetle birlikte Londra’ya gitti. Birtakım aldırışsız hareketleri yüzünden kısa zamanda partili arkadaşlarıyla arası açılınca 1911 yılında parti içindeki muhaliflerin kurduğu Bağımsızlık ve İtilâf Fırkası’na geçti.

Bu sırada Sultan Abdülhamit II’den özür dileyen bir şiir de yazdı. 1912 yılında Büyükada’da yaptığı bir söylev tercih usullerine aykırı bulunarak İstanbul mebusu Kozmidi Efendi ile beraber bir ay kadar hapsedildi. Hapisten çıktıktan kısa bir vakit sonradan propaganda konuşması gerçekleştirmek üzere gittiği Gümülcine’de eski partili bir grup göre kötü hâlde dövülen Rıza Tevfik, ikinci seçimde mebus seçilemeyince siyaseti bir vakit için bıraktı.

1913-1918 yılları aralarında politikadan uzaklaşarak tekrar Karantina İdaresi’nde çalışmaya başladı. Bir yanlamasına da Rehber-i İttihâd-ı Osmânî Mektebi’nde felsefe dersleri verdi ve Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni’nde çalıştı.

Bu dönemde ise devrin esas gazete ve dergilerinde şiirler, edebiyat ve felsefe ile ilgili makaleler yazdı. Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşı’na girmesine tepki gösterdi.

İstanbul, Vaniköyü’nde Raif Oğan’ın kurduğu Rehberi İttihad-ı Osmâni özel lisesinde Türkiye’de ilk kere felsefe dersleri vermeye başladı. Bu dersler önce “Mebhas-i Beceri (Veri Teorisi)” adıyla taş basma olarak basıldıktan sonradan 1914’te “Felsefe Dersleri-Birinci Kısım” adıyla yayımlanmıştır. Yakın dostu Tevfik Fikret’in 1915’te ölümünden daha sonra Arnavutköy Kız Koleji’nde ve Robert Kolej‘de Tevfik Fikret’cilt boşalan edebiyat derslerini verdi.

1918 yılında baştan siyasete dönerek son Osmanlı kabinesinde; Ahmed Tevfik Paşa kabinesinde Maârif Nâzırı (Eğitim Bakanı) olarak bulundu. Felsefenin eğitim sisteminde yer alması için çabaladı.

bununla beraber; 1918 yılında Bağımsızlık ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın büyük üstadı seçilerek burada bir sene tahsis yaptı.

1919 yılında Güvey Ferid Paşa kabinesinde Şura-yı Devlet (Danıştay) Reisliği’ne getirildi ve 1920 yılına kadar ödev yaptı. Benzer tarihlerde Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) felsefe ve estetik dersleri verdi.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Rasim Öztekin

Padişah Vahdettin VI. Mehmet ve Güvey Ferid Paşa‘nın ısrar ve baskısı sonucu 18 Ocak 1919 tarihinde Paris‘te toplanan barış konferansına Türkiye temsilcisi olarak bulunma zorunda kaldı. Ertesi yıl ise 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyette yer olmak zorunda kaldı.

Darülfünun’daki öğrencileri onun Sevr’e imza koyan heyette yer almasını büyük tepki ile karşılayıp derslerini boykot ettiler, protesto gösterileri düzenlediler. Darülfünun grevine yol açan gerilimin son damlası 29 Mart 1922’de yapılan bir konferansta Süleyman Nazif ile Hüseyin Daniş arasında Fuzuli’nin Türklüğü üzerine yapılan tartışmada hakem rolünü üstlenen Rıza Tevfik, Fuzuli‘nin Türk yok, Acem olduğunu bahis etmiş, “Türk de olsa ne çıkar” diyerek nutkuna devam etmişti. Ertesi gün Edebiyat Fakültesi öğrencileri bir kararname hazırlayarak Rıza Tevfik Bölükbaşı, Ali Kemal, Hüseyin Daniş, Cenab Şahabeddin ve Marujan Barsamiyan’ın görevlerinden istifa etmelerini istediler. Edebiyat Fakültesi’nde başlayan boykot diğer üç fakülteye de sıçradı. Gelişmeler üstüne üniversite nizamnamesi değiştirilerek hocaların durumu hakkında karar verme yetkisi Darülfünun Divanı’na bırakılmış ve Divan laf konusu hocalara belirsiz izin vererek bir anlamda öğrencilerin isteklerini yerine getirmiştir. Rıza Tevfik, Darülfünundan istifa etti.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, hakkında oluşan bu negatif durumlardan korkarak , Millî Uğraş aleyhtarı Ali Kemal’in 6 Kasım 1922 tarihinde linç edilmesi üstüne Mısır‘a gitmekte olan bir tartma gemisine binerek 8 Kasım 1922 tarihinde ülkeyi terk etti.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, Türkiye’den ayrılışından bir buçuk sene sonradan TBMM’nin aldığı bir kararla sürgüne gönderilecek 150’likler listesinde yer aldı. Sevr Antlaşması’nı imzalayan Osmanlı delegesi olarak 150’likler aralarında yer aldığı için uzun yıllar sürgünde yaşadı; gurbet acısını, şiirlerinde dile getirdi. Sürgünde iken yazdığı “Uçun Kuşlar” isimli şiiri aşağıdadır.

Sürgün yıllarında Hicaz, Amerika Birleşik Devletleri, Ürdün ve Lübnan‘da yaşadı. Ürdün Kralı I. Abdullah kendisine yakın olma göstermiş, maaş bağlamış; Divan tercümanlığı ve Asarı Atika Müzesi müdürlükleri görevlerinde bulunmasını sağlamıştır.

1928 yılında Amerika‘da yer alan çocuklarını ziyaret edip orada Türk Edebiyatı hakkında değişik konferanslar verdi. 1934 yılında Ürdün‘deki resmî görevinden emekli oldu. Lübnan kıyılarında Beyrut yakınlarındaki Cünye kasabasına yerleşti. 1936 yılında eşiyle birlikte Avrupa seyahatine çıktı ve bir sene dek İngiltere ile Fransa’da kaldı. 1939 yılında meydana çıkan Bağışlama Kanunu’ndan faydalanarak 1943’te 74 yaşında iken kendi ifadesiyle “hesap görmek için yok, helalleşmek için” yurda döndü.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, tıbbiye’nin son sınıfında iken 1896 yılında Türk bayan pedagoji öğretmeni Ayşe Sıdıka Hanım ile evlendi ve 3 kız çocuğu oldu. Eşi Ayşe Sıdıka Bayan 1903 yılında vefat etti. 1904 yılında ikinci evliliğini Nazlı Bayan ile yaptı; bu evliliğinden iki oğlu oldu.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Robert Schneider

1934 yılında Lefkoşa’da basılan tek kitabı olan Serâb-ı Ömrüm adlı kitabında bütün şiirlerini toplamıştır. Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın Ömer Hayyam çevirileri, Tevfik Fikret hakkında incelemesi ve Darülfünun‘da vermiş olduğu felsefe derslerinin ders notları kitaplaştırılarak Felsefe Dersleri adıyla yayınlanmış olup felsefi açıdan Türk akıl hayatında manâlı bir yere sahiptir.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, 31 Aralık 1949 tarihinde İstanbul’da felç tedavisi için yattığı İstanbul Vakıf Gurebâ Hastanesi’nde zatürreeden 80 yaşında ölmüştür. Zincirlikuyu’daki Asrî Mezarlığa defnedildi.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, felsefî ve dinî anlamda gerçeği aramak üzere başladığı araştırmaları sonunda Türk milletinin öz malı olan ve onun ruhunu en güzel biçimde dile getiren tekke ve ahali edebiyatı örneklerini keşfeder. Milletin hâfızasındaki folklor malzemesiyle sadece insanlar şairleri ve Bektaşî dervişlerinin elinde kalan halk müziği ve tekke şiirlerini arkadaşça ifadeleriyle Türk milletinin karakterini en hoş şekilde yansıtan örnekler olarak değerlendirir. 1914-1922 yılları aralarında konuyla ilgili elliye yakın makale yayımlayan Rıza Tevfik’in bu yazıları, Millî Edebiyat hareketini fikrî planda hazırlayan ve bir kamuoyu oluşmasına büyük ölçüde yardımcı unsurlar aralarında ele alınmıştır. Ama onun âşık tarzı ve tekke edebiyatı geleneği konusundaki görüşleri uzun vakit adamakıllı anlaşılamamış, zaman zaman devrin önde gelen Türkçüler’i kadar eleştiri edilmekten kurtulamamıştır.

Rıza Tevfik dil, şekil ve üslûp bakımından en şiirlerini 1911-1922 yılları arasında yazan. Aruz vezniyle kaleme aldığı birincil denemelerinde daha fazla ferdî ıstıraplarına bağlanabilecek bir takım temalar çevresinde dolaşan şairin şiirlerine yeni konular girer. Bu dönemde ferdî ıstıraplarıyla birlikte içinde yaşadığı toplumun meseleleriyle de yakından ilgilenir; başta tarih, vatan sevgisi ve aşk edinmek üzere toplumsal, dinî ve felsefî çoğu yeni temayı işler. “Sfenks”, “Gelibolu’da Hamzabey Sahili”, “Selma, Sen de Unut Yavrum!” başta almak üzere “Yıkılmış Mâbed”, “Fikret’in Necip Ruhuna” ve “Uçun Kuşlar” adlı şiirleri onun en tanınmış eserleri arasında yer alır.

Kitapları :
1934 – Serâb-ı Ömrüm

Uçun Kuşlar!
—”Sevgili oğlum Mehmed Said’e”
Uçun kuşlar uçun!. Doğduğum yere;
Derhal dağlarında mor sünbül vardır.
Ormanlar koynunda, bir serin akarsu,
Dikenler içinde sarı gül vardır.
O akarsu ağır’akar bitap mu bilmem?
Mehtabı hasta mı. beti benzi kaçmış mu bilmem?.
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem?
Ulu dağ başında siyah tül vardır.
Orda geçti benim hoş günlerim.
O demleri anıp bu gün inlerim:
Epope-ı ömrümü okur dinlerim
İçimde oralı bir bülbül vardır.
Uçun kuşlar uçun! Burda vefa değil!.
Öyle akar sular, böylece hava değil!
Feryadıma karşı mil-i sadâ değil!
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır.
Hey Rızâ, kederin başından aşkın,
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın!
Sende -derya gibi- dâima taşkın,
Dâima çalkanır bir gönül vardır!

Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı