Yahya Kemal Beyatlı
Yahya Kemal Beyatlı Biyografisi
Türk şair, yazar, bürokrat, siyaset adamı. Modernleşen Osmanlı toplumunun ve demokratik rejimle evrimleşen yeni Türkiye‘nin, kültür, düşünce ve edebiyat hayatına, geleneksel kalıplarda; fakat ayrı bir benzi atmış getirmiş; uyguladığı ayrı tarz şiir yazımında, kelimeleri bir akrobat ustalığında kullanmıştır. Ulusal Edebiyat anlayışına yardım vermek için, illa ancak dilin arılaştırılması gereğini kabul etmemiş; “Mal Varlığı-i Fünun” yazınsal akımının etkisinde yazmaya başladığı, ardından ise kendine özgü üslubunu bulduğu, musiki tadındaki şiirleriyle, edebiyatın müzik notalarıyla hayat bulabileceğini göstermiştir. Ulusal Mücadele ve ardından form kazanan yeni cumhuriyet devletinde, siyasi bir kişiliğe de bürünerek, milletvekilliği ve bürokratlık yapmıştır.
Belli Başlı adı “Ahmed Agah” olan Yahya Kemal Beyatlı, 2 Aralık 1884 tarihinde, günümüzde Makedonya sınırları içerisinde bulunan eski Osmanlı illerinden, Üsküp‘te, Rakofça Çiftliği’nde dünyaya geldi. Babası, dönemin Üsküp Belediye Başkanı, eski icra memuru Nişli Naci Bey, annesi Nakiye Hanım ise, Lefkoşalı şair Galib’in yeğenidir. Küçük yaşlardan itibaren sanata ilgi duyan Beyatlı, sonraları kaleme alacağı şiirlerde çocukluk yıllarından, yaşadıkları bölgenin üstünde bıraktığı etkilerden hissedilir şekilde bahsedecekti. 1889‘da, beş yaşındayken birincil öğrenimi için bir mahalle okulu olan Yeni Mektep’e, gerisinde da özel bir okul olan Mekteb-i Edep’e gönderildi. 1892 yılında ise, lise öğrenimi için Üsküp İdadisi ‘ne (lise) sırası gelmişken, İshak Bey Camisinin medresesine devam ederek Arapça ve Farsça öğrendi.
Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Beyatlı, bu dillerin ve Tevfik Fikret önderliğindeki Servet-i Fünun akımını ortaya çıkaran öteki şairlerin de etkisi aşağıda kalarak, aruz vezniyle dörtlükler kaleme almaya başladı. Sanata ilk adım attığı yıllarda, dönemin genç şairlerini ve üsluplarını derinden etkileyen Tevfik Fikret, Beyatlı’nın da yazım zevkinde ve dili kullanış şeklinde idolü haline geldi. Beyatlı, 1897 yılında ailesiyle birlikte Selanik‘e yerleşti. Annesinin vereme yakalanarak vefat etmesi üstüne, ikinci defa evlenen babasına tepki göstererek Üsküp’e geri dönen genç şair, burada pozitif kalamayarak, baştan Selanik’e gitti. Burada geçirdiği zaman diliminde yazdığı şiirlerde “Esrar” takma adını kullandı. Oysa durmadan istanbul’un edebi ve düşünsel hayatına girebilmeyi düş ediyordu. Dolayısıyla, 1902 yılında, lise eğitimine devam etmek maksadıyla İstanbul’a taşındı ve Vefa Lisesi‘ne kaydedildi. Servet-i Fünuncu İrtika ve Malumat adlı dergilerde, “Agah Kemal” mahlasıyla şiirler yazmaya başladı.
İdari ve sosyal karmaşanın içerisinde, ülkeyle ilgili pekçok gerçeğe yakından tanıklık etme fırsatını yakalayan Beyatlı, monarşi karşıtı görüşleri savunmaya başladı. İmparatorluğun kurtuluşunu demokratik rejimlerde gören diğer karşı taraf arkadaşlarıyla birlikte, II.Abdülhamit‘e yönelik eleştirel söylemlerde bulundu. Dönemin favori siyasi, düşünsel ve edebi topluluğu olan Jön Türkler‘e özenen genç şair, sarayın baskısından kurtulmak ve özellikle Fransa‘da konuşlanan bu cephenin içinde yer alabilmek için Paris‘e kaçtı. İlk meslek olarak, Meaux Koleji’nde Fransızca eğitimine başladı. Bir yıl süren bu eğitimin arkasından 1904‘te , yüksek öğrenimini yerine getirmek için, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Üniversite yıllarında, özellikle meşhur tarihçilerden Albert Sorrel‘in derslerinden oldukça etkilendi ve kendine özgü, zengin bir tarihsel k arayışı, Türk şiir ve sanatının tarihi gibi konularda derinlemesine incelemeler yaparak ve bunlar hakkında düşünerek, enerjik bir sanat anlayışı ilerletti. Fransa’da kaldığı vakit içerisinde, Jean Moreas, Baudelaire, Verlaine gibi meşhur Fransız şairlerin eserlerini inceleyerek, şiirde şekil ve ölçü çeşitliliğinin en güzel örnekleriyle karşılaştığını düşündü. Fransız edebiyatından ve özellikle şairlerinden büyük ilham bölge Beyatlı, çoğu yazınsal kimlikle biraraya gelme fırsatı buldu. Gidiş amacı siyasi olmasına karşın, siyasetten ziyade sanatsal faaliyetlere yöneldi. gerçi Ahmet Rıza, Sami Paşazade Sezai, Abdülhak Şinasi Hisar, Abdullah Cevdet, Şefik Hüsnü ve Prens Şahabettin gibi dönemin ünlü simalarıyla biraraya geldi.
Şiirlerini, biçimsel bütünlük ve sembolizm öğeleriyle zenginleştirmek suretiyle, divan şiiri geleneğinin kalıplaşmış ağır kaidelerinden sıyrıldı. Böylece Mal Varlığı-i Fünuncularla da yollarını ayıran Beyatlı, Batı, ve bilhassa Fransız tarzı şiir unsurlarını, Türk şiir anlayışına adapte etmeye çalıştı. Osmanlı geleneğinde şekillenmiş aruz kalıplarını, neoklasik stilde bitmiş forma soktu ve Arapça, Farsça kelimelerden vazgeçmese de, musiki bir havası olan, akıcı eserler ortaya koydu. İmparatorluğun yüzyıllara hükmetmiş kültüründen taviz vermeksizin, köklerine yan, gözü Batı’da; olağan, ama klişe olmayan şiirler kaleme aldı.
1912 yılında, İstanbul’a geri dönen Beyatlı, eğitim camiasında hizmet vermeye başladı. 1913‘te Darüşşafaka‘da edebiyat ve tarih derslerine girdi. Ertesi sene, Medresetü’l-Vaizin’de medenilik tarihi eğitimi verdi. 1915‘e gelindiğinde, İstanbul Darülfünunu’a (İstanbul Üniversitesi) Uygarlık Tarihi, Batı Edebiyatı, Türk Edebiyatı dersleri için öğretim görevlisi olarak atandı ve bu görevini 1923‘e dek sürdürdü. bununla beraber yazın faaliyetlerine devam ederek, Türk dili, gelişimi ve Türk tarihi gibi konularda değişik dergilerde makaleler yayımladı. Peyam gazetesinde, “Süleyman Nadi” mahlasıyla, “Çamlar Altında Muhasebe” başlığı altında yazılar kaleme aldı.
Zikrettiği fikirlerle, milli dilin ve tarihin kökenleri düzleminde, Ziya Gökalp ile anlaşmazlığa düştü. Yahya Kemal, Mal Varlığı-i Fünuncuların şiir anlayışının, Türkçenin altyapısını, Arapça ve Farsça düzleminde işlediğini, dile kendine özgü özelliklerini kaybettirdiğini, sözcüklerin yapısının ve dizilişinin deforme edildiğini savundu. Buna karşılık, söylev dilinde yazılan, şekilden gitgide uzaklaşan ve şiiri basitleştiren hece ölçüsü yazarlarını da eleştirdi. Beyatlı’nın eserlerinde ortaya koymaya çalıştığı form, benzerliklerin yinelenmesine son verecek, Batı modernitesiyle armoni gösterecek, Türkçenin, halkın konuşma tarzından çok, elit hitabe tarzını mısralarda işleyecek yeni bir şiir anlayışını kapsıyordu.
1918 yılındaki Monros Mütarekesi‘nin gerisinde, Ati, Tevhid-i Efkar gibi dergiler için yazılar kaleme alan Beyatlı, benzer görüşleri paylaştığı şair ve yazan arkadaşlarıyla birlikte, “Dergah” adlı bir dergi kurdu. Milli Uğraş dönemine giren sosyal gelişmeleri yakından takip etti ve ulusun bağımsızlığından yana bir çizgide ilerledi. O zamana dek daima perde ardındaki kalan, şiirlerini herhangi bir mecrada yayımlamayan ve dolayısıyla yerel edebiyat çevrelerinde adı fazla da telaffuz edilmeyen Yahya Kemal, şiirlerini birincil kez, yine 1918 yılında, “Yeni Mecmua” adlı dergide, “Bulunmuş Sayfalar” başlığı aşağı yayımlamaya başladı. Genellikle gazel ve musiki türünü hatırlatan bu şiirler, yazınsal çevrelerde geniş akustik buldu. Doğrusu bunlar, şairin yeni meydana getirdiği ürünler değildi. Şiire 1910, hatta daha da önceki yıllarda başladıysa da, ilk kere Yeni Mecmua’da geniş kitlelere açıldı. Ardından, Yazınsal Mecmua, Şair, İnci, Dergah, Şair Nedim, Büyük Mecmua, Yarın adlı dergilerde de eserleriyle yer alan Beyatlı, kaslı üslubu ve artist laf sanatçılığı ile, o dönem Türk edebiyatının baş aktörleri arasında yer aldı.
Laf söyleme sanatındaki ustalığı ve ince üslubuyla, siyasi çevrelerin de dikkatini çeken ünlü şair, 1922 yılında başlayan Lozan Antlaşması görüşmelerine gönderilen kurulda danışman olarak yer aldı. Bundan sonra, siyasi gelişmelerle daha da yakından ilgilenebilmek için, 1923 yılında Ankara‘ya taşındı. Burada “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde başyazarlık yapmaya başladı. Aynı yıl, Cumhuriyet rejiminin ve yeni Türkiye devletinin kurulmasının peşinde oluşturulan mecliste, 1926 yılına dek Urfa milletvekili olarak hizmet verdi. Milletvekilliğinin sona ermesiyle birlikte, Varşova‘ya, Orta Elçi statüsünde tayin edildi. 1929‘da ise, yine aynı statüyle Madrid‘e gönderildi.
Bürokratik görevlerinin arkasından, bitmiş siyaset sahnesine dönen sanatkâr şair, Yozgat (1934), Tekirdağ (1935) ve son olarak 1943–1946 yılları arasında İstanbul milletvekili olarak mecliste bulundu. Bu dönemde uzun bir süre Halkevleri Sanat Danışmanlığı görevini de yürüttükten daha sonra, Pakistan büyükelçiliği yaptı. 1949 yılında, yaş haddinden dolayı emekliye ayrıldı. İstanbul’a geri döndükten sonradan, Park Otel’de ikamet etmeye ve Ulusal Sigortanın Tekrarlanması Şirketi’nde idare heyeti üyeliği yapmaya başladı. Bir değişiklik bağırsak hastalığına yakalanan şair, 1957 yılında tedavi için Paris’e gitti. Ama ertesi sene hastalığı epeyce ilerledi ve 1 Kasım 1958 tarihinde, kaldırıldığı İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi‘nde hayatını kaybetti.
Türk edebiyat tarihinin en büyük isimlerinden olan Yahya Kemal Beyatlı, divan edebiyatı ve Osmanlı şiir kalıbı olan aruz veznini hiçbir vakit terk etmemiştir. Türkçeyi mısralarına birer musiki notası gibi işlemiş; milli edebiyatın “sözcük sihirbazı” olarak kabul edilmiştir. Hayatı baştan başa hiç evlenmeyen Beyatlı, hiçbir vakit kitap yayımlamamıştır. En fazla eleştiriyi bu konuda almıştır ve görüşlerine muhalif olan kesim kadar “esersiz şair” olarak nitelendirilmiştir. 1949 yılında, “Hayal Şiir” adlı manzumesiyle İnönü Şiir Ödülü‘nü almaya değerinde görülen Beyatlı’nın, İstanbul Spor ve Sergi Sarayı civarındaki bir parka heykeli dikilmiştir. Ölümünün arkasında, “Yahya Kemal’i Sevenler Derneği” ile “Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi” (1961) kurulmuştur. Şairin çoğu meşhur eseri, bu enstitü tarafından kitap haline getirilmiştir. Özellikle, “Kendi Gök Kubbemiz” ve “Eski Şiirin Rüzgarıyla“, şairin en başarılı manzumelerinin bulunduğu kitaplardır. Hem, 1976 yılında, Beyatlı’nın tamamlayamadığı şiirleri, “Tamamlanmamış Şiirler” adlı bir kitap aşağı toplanmıştır.
ESERLERİ:
ŞİİR: Kendi Gök Kubbemiz (1961) Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962) Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963) Yarım Kalmış Şiirler (1976)
DÜZYAZI: Aziz İstanbul (1964) Eğil Dağlar (1966) Siyasi Hikayeler (1968) Siyasi ve Yazınsal Portreler (1968) Edebiyata Dair (1971) Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973) Tarih Musahabeleri (1975) Mektuplar-Makaleler (1977)